Tepeden inme şeklinde dindarlık olmaz

Geçenlerde liseye giden torunumun: “Başta okul müdürümüz olmak üzere öğretmenlerimizin çoğu namazında niyazında dindar insanlar. Fakat okulumuzda namazını kılan öğrencilerin sayısı yok denecek kadar az.

Bunun sebebi ne olabilir?” suali doğrusu benim de kafamı karıştırdı. Bu enteresan ve tezatlı gibi görünen durumun sebebini düşünmeye başladım.

Torunumun gittiği lisenin halini bir tarafa koyarak, bulunduğum ilin durumunu düşündüm, buranın durumunun da bahse konu olan o okuldan farklı olmadığını gördüm. Bu ilde de başta vali olmak üzere Belediye Başkanı ve devlet kurumlarındaki âmir ve memurlarının bir çoğunun namazlarını tam olarak kılmasalar dahi manevî değerlere saygılı, muhafazakâr diyebileceğimiz yapıda olduklarını görüyoruz. Tahmin ediyorum, Türkiye’nin genelindeki durum aşağı yukarı böyledir.

Ankara’ya baktığımızda da görünürde iç açıcı, umut verici bir durumdan söz edebiliriz. Mecliste hatırı sayılır, azımsanmayacak sayıda tam dindar olmasa da dinî değerlere saygılı milletvekilleri var. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların çoğu yine dindar kimlikleriyle bilinen makam sahipleri. Diğer yandan devlet kurumlarının üst kademelerinde bulunan bir çok makam sahibi ve bürokratın da en azından dinî değerlere saygılı, hatta dindar olarak bilinen zevattan olduklarını biliyoruz. Ve artık vitrinlerde, resmî protokollarda başı örtülü, milletin dindar diye bildiği başta Cumhurbaşkanı, Başbakan eşleri olmak üzere bir çok Bakan, Vali, Belediye Başkanı eşleri..

Şimdi ülkemiz adına iç açıcı, umut verici bu durumla beraber, tablonun bir de şu yüzüne bakalım: Gittikçe artan suç oranlarının artışının bir sonucu olarak, cezaevlerindeki doluluk oranı tavan yapmış… Toplum hayatımızın çekirdeği olan aile yapısının bozulması neticesinde boşanma olaylarının artarak devam etmesi… Toplumdaki kavga gürültü ve şiddetin hızlanarak artması… İçki, kumar, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların artık toplumu ciddî manada tehdit eder hale gelmesi… Sınır tanımayan her türlü müstehcenliğin artık toplumda yer etmesi… Daha bir sürü, toplumu dejenere eden, yozlaştıran, geleceğimizi tehlikeye sokan, iç karartan manzaralar… İşte böyle… Bir tarafta dindar kimlikli insanlardan müteşekkil bir hükûmet ve devlet kurumlarının çeşitli kademelerinde makam-mevkileri işgal eden muhafazakâr amir ve memurlar; diğer taraftan da toplumda devam etmekte olan savrulmalar ve yozlaşmalar…

Bu tezatlı durum ne ile izah edilir? Dindar kimlikli idarecilerin başımızda bulunmasının toplumdaki yansımaları neden görülmüyor? Neden ters orantılı bir durumla karşılaşıyoruz? Bu noktada akla bir sürü sual geliyor. Toplumun dindar olarak bildiği bu idarecilerin öncelikli tercihleri dinî değerler mi, yoksa sahip oldukları makam-mevkiler mi? Bulundukları makamları muhafaza etmek uğruna dinî değerlerinden taviz veriyorlar mı? Yoksa sahip oldukları makamları kaybetmek uğruna da olsa dinî yaşantılarından taviz vermeden, her halükârda inançlarının gereğini yerine getiriyorlar mı?

Konu ile alâkalı olarak Bediüzzaman’ın şu tesbitlerini hatırlamakta fayda var: “Siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar.” Bir de, “bir elinde siyaset topuzunu, diğer elinde de Nuru tutanlar” dine tam hizmet edemezler.

Konu ile alâkalı olarak Bediüzzaman’ın şu dikkat çekici tesbitini de çok iyi okumak gerekir: “…Bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, her şeyi kendi mesleğine âlet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevî âlet hükmüne getiriyor.” (Tarihçe-i Hayat, s: 476)

Görülüyor ki tepeden inme bir tarzda “dindarlığı” sağlamak mümkün olmuyor. İdarî makam mevkilerdeki zevatın muhafazakâr olması öyle beklendiği gibi topluma yansımıyor. Bu işler öyle; “Biz dindar bir nesil yetiştireceğiz… Hiç kimse bizden tinerci bir gençlik beklemesin” türünden kulağa hoş gelen nutukları atarak olmuyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*