Büyük kafaların “gafleti” de maalesef devam ediyor. Ülkenin tamamını içine alacak şekilde devam eden bu dehşet ve ihanete son verecek bir ufuğu da maalesef yetkililerden görememenin üzüntüsünü paylaşıyoruz. Artık sorumlu olanlar, çözüm için ne yapacaksa yapsınlar istiyoruz. Verilen demeçler artık kimseyi tatmin etmiyor, yerini bulmuyor, fayda vermiyor. Acizlikten de, lâfazanlıktan da, rutin basmakalıp demeçlerden de bütün yetkililer sıyrılmalı, uzak durmalı ve çözüm için gereken ne varsa yapılmalıdır.
Bu çözüm yollarının en başında yakın geçmiş tarihin sorgulanması ve bu hain gidişin sebeplerine inilerek nerelerde kimin hatalar yaptığının açıkça millete deklare edilmesi gerekiyor ki milletçe yapılacak ne varsa yine milletle birlikte yapılabilmeli.
Bunun için yapılacak en önemli adımları ve çareleri gerçekleştirecek olanlar başta devletin bütün bilgileri ve belgeleri elinde olan başta hükümet erkânı, ordu ve en yüksek yetkilileri, istihbarat birimleri, tarihî kurumlar, yargı organları, üniversiteler, meslek kuruluşları ve tüzel kişiler ve bu kurumların en yetkili kişileridirler. İşte bu yetkili kişi ve kurumlar yakın tarihin saklı kalmış bütün belge ve bilgilerini milletle, kamuoyuyla en net, berrak, saydam ve demokratik bir şekilde paylaşarak hiçbir şeyden çekinmeden gerçekleri ortaya koymalıdırlar.
Bunların içerisinde çok önemli olduğunu düşündüğümüz;
l Sevr Antlaşmasının gizli belgeleri.
l Lozan Antlaşmasının gizli tutanakları.
l Dersim Faciası sırasındaki devletin gizli bilgi ve belgeleri; kimin hangi emir ve komutu verdiği.
l İstiklâl Mahkemeleri kararları… vb.
l 12 Eylül İhtilâlinden sonra patlak veren PKK olayının perde arkasındaki gerçekleri belge ve bilgileriyle ortaya koymalıdırlar.
Artık lâf ve bahane bulmanın sonuna gelinmiştir. Millet ve vatandaş olarak sadece ve sadece çözüm arıyor ve istiyoruz. Bu çözümün de en güzel şeklini tâ asrın başında sunan Bediüzzaman Said Nursî’nin, bu konularda Birinci Dünya Savaşı’ndan başlayan hayat çizgisi, fikirleri, mücadelesi, teklifleri, çalışma, plân ve projelerinin devlet arşivlerindeki yerinin bulunup neden uygulanmadığının gerekçelerini de öğrenmek istiyoruz.
Çünkü o büyük zat, geçen asrın ta başında büyük “bir yangının” varlığından bahsetmişti. Padişahlık devrinde padişahı, Cumhuriyet devrinde de TBMM’sini ve yetkililerini şiddetle uyarmış ve plânlarını önlerine koymuştu.
Asrın manevî tabibi Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin o engin feraset ve basiretini şimdilerde çok daha iyi idrak ediyoruz. Anarşi ve terör, her gün yeni kurbanlar alıyor. Evlere, hanelere, ocaklara ateş ve kor düşüyor! Anneler, babalar, eşler, sevgililer, kuzular, yavrular ve koca bir millet topyekûn şehitlerine ağlıyor!
Anarşi, terör ve şiddetten bu kadar sene önce haber veren ve neticelerinin korkunç olacağını izah etmek için adeta çırpınan bir sese tıkatılan kulaklar şimdi vahşet ve dehşeti ibretle yaşıyor. Ne var ki ateş düştüğü yeri yakmakla kalmıyor, koca bir ülkeyi ve bütün bir milleti ve vatan sathını yakıyor.
İnançsızlık, cahillik, inat, kin ve ihanet birleşip sadece bu ülkenin ve bu milletin huzur ve güvenini değil, Ortadoğu’nun ve dünyanın sulh ve barışını tehdit eder bir konuma meyletmişlik arz ediyor. Seksen yıldır “Millî” olarak nitelendirilen eğitim ve öğretimden çıkan netice ortada!
Şimdi artık en başta milletin bütünlüğünün öne çıkarılıp “maneviyatın” ışığında, yepyeni, Kur’ân’a ve dünya gerçeklerine uygun bir demokratikleşme çabasıyla yola koyulmanın zamanı geldi.
İktidarı, muhalefeti, bürokrasisi, medyası, sivil toplum kuruluşu, üniversiteleri, siyasî partileri, Türk’ü, Laz’ı, Kürd’ü, Çerkez’i, Arap’ı, Abazyalısı… vb. kim varsa bu konuda toptan bir seferberliğe ihtiyaç vardır ve derhal böyle bir yapılanma için harekete geçilmelidir.
Yaşanan zaman, zemin ve şartların dediği budur. Dili budur. Bundan başka bir kurtuluş yolu yok gibi görünüyor.
“Batı, batı” diyerek bu hallere geldik. Batının güzelliklerini almak yerine, hep onların oyuncağı olduk ve ihanetleriyle sarsıldık. Şimdi kendimize dönmenin ve tarihimizle yüzleşmenin eşiğindeyiz.
İşte bir asır önce bu milletin sinesinde yankılanan şu sese kulak vermenin tam zamanıdır: “Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.” (Tarihçe-i Hayat, s. 543, eski basım)
Aziz şehitlerimize Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, başta şehitlerimizin anne, baba, eş ve yakınları olmak üzere milletimize başsağlığı diliyor ve bu menfur hadisenin son olmasını temenni ediyorum.
Benzer konuda makaleler:
- Kumarın millisi olamaz
- Bütün Alanlar Milletin Alanıdır
- Kur’ân kursları 4+4+4’ün neresinde?
- Kurumlar, kurumlaştı
- Demokrat Parti geldi, ama hâlâ demokrasi gelmedi
- Nurcular geliyor diye korkutmuşlardı
- Sosyal ve siyasî paradokslar
- Yasaklarla değil, meşrûtiyetle idare edebilmek
- Gün gelir hesap döner
- “Beyaz ihtilâl”in şahitleri
İlk yorum yapan olun