Terörün çözümü Bediüzzaman Said Nursî’de

“TERÖRE SAİD NURSÎ ÇÖZÜMÜ” BAŞLIKLI KONFERANSTA KONUŞAN KÂZIM GÜLEÇYÜZ, resmî ıdeolojı kaynakli yanliş devlet polıtıkalarinin doğurup besledığı kanli terör fıtnesını sona erdırıp sulh ve huzuru sağlamak ıçın yegâne çarenın, Bedıüzzaman’in bır asir önceden ortaya koyduğu esaslar olduğunu vurguladi.

Terörün çaresi; Şefkat, adalet, eğitim ve hizmet

Pursaklar Asya Nur Kültür Merkezinde, “Teröre Said Nursî çözümü” başlıklı bir konferans veren Genel Yayın Yönetmenimiz Kâzım Güleçyüz, “Çare, Şarka şefkat, hizmet ve eğitim götürmek. Terör bataklığını kurutmak için en evvel herkesin hak ve özgürlüklerini rahatça yaşadığı bir ortam sağlanmalı” dedi.

Açış konuşmasını Yönetim Kurulu üyemiz Sami Cebeci’nin yaptığı konferansta Güleçyüz, Türkiye’de terör hadisesinin yarım asırlık bir mesele olduğunu belirterek, Bediüzzaman’ın 1943-44 yıllarında talebeleriyle tutulduğu Denizli hapsindeki müdafaalarından birinde, devrin yöneticilerine “Siz ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz?” diye sorup, kendilerinin “elli sene sonra gelecek nesli anarşi tehlikesinden kurtarmaya çalıştıklarını” söylediğini belirterek ta o zamandan “anarşi-terör” tehlikesini nazara verdiğine işâret etti.

Yine 1947-49 yıllarındaki Afyon Mahkemesinde de “Ben bekliyordum ki ya Ankara, ya Afyon beni sorguda pek büyük meseleler için, Nurların o meselelere hizmeti cihetinde bir meşveret dairesine alıp bir sual-cevap beklerdim” diyen Bediüzzaman’ın, “Vatanımızda anarşiliğe inkılâp eden komünist tehlikesine karşı Nurların tesirleri ne derecededir ve bu mübârek vatan bu dehşetli seyelandan nasıl muhâfaza edilecek?” gibi “dağ misillü meseleler”e dikkat çektiğini kaydetti.

Kronikleşen terör probleminin siyasî ve toplumsal boyutlarına dair tezlerin ve kapsamlı raporların devletin elinde olduğunu belirten Güleçyüz, Türkiye’de 12 Eylül öncesinde uzun yıllar süren ve binlerce can alan anarşi ve terör döneminin ardından bu kez ırk üzerinden toplumu bölmeyi amaçlayan etnik terörün tırmandırıldığını nazara verdi. Terörün alevlenmesinde en baş amilin meşru yönetimleri deviren ihtilâllerin kasten teröre seyirci kalması olduğunu belirten Güleçyüz, buna örnek olarak 11 Eylül günü devam eden terörün 13 Eylül günü bir anda durmasını gösterdi.

FASİT DAİRE DEVAM EDİYOR

40 bin insanın ölümüne sebebiyet veren PKK terörünün 1984’te Eruh baskınıyla başladığını hatırlatan Güleçyüz, dağa çıkan erkekli kızlı teröristlerin ortalama ömrünün 27 yaşı geçmemesinin ve militanların yüzde 40’ının 18 yaş ve altında olmasının anlamlı olduğunu anlatarak, asıl bunun sebebi üzerinde durulması gerektiğini söyledi. Bediüzzaman’ın, “Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret (fakirlik) ve ihtilâftır, bu üç düşmana karşı san’at, mârifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” tesbitiyle Türkiye’deki terör olaylarına bakıldığında da, dağa çıkmanın ve terörün temelinde cehâlet, fakirlik-işsizlik ve yanlış devlet politikalarının yattığını vurguladı.

Gençlerin tepkisini ideolojik maksatlarla istismar etmek isteyen şebekelerin de terörün tırmandırılmasında büyük payı olduğunu ve ayrıca meselenin uluslar arası boyutları bulunduğunu belirten Güleçyüz, terörün Türkiye’nin enerjisini tükettiğini, yüzlerce milyar dolarla ifâde edilen ekonomik kayıplara sebebiyet verdiğini, ülkeyi madden ve mânen çökerttiğini örnekleriyle izâh etti.

Terörün salt “güvenlik politikaları”yla, öldürerek yok edilemeyeceğini söyleyen Güleçyüz, “Genelkurmay eski başkanlarından Başbuğ’un, ‘Biz terör örgütünü beş defa bitirdik’ sözünden hareketle, “Demek ki 30 bin insan öldürülmüş. Ama yine bitirilememiş, örgüt sürekli yenilenmiş. 30 yıldır mütemadiyen beslenen, yenilenen bir mekanizma var. Ölenlerin yerine yenileri çıkarılıyor. Bu sistemle daima dağ kadrosu yenileniyor” dedi. Bu fasit dairenin ve sonu gelmeyen kısır döngünün devam ettiğini söyledi. 30 bin teröriste karşı 10 bin asker, polis ve sivilin de şehit edildiği acı tabloya “dur” demenin zaruretini vurguladı.

DP DÖNEMİNDE BÖLGEYE DEVLETİN ŞEFKAT ELİ VE HİZMET GÖTÜRÜLMÜŞ

Türkiye’nin senelerdir “Güvenlik mi, demokrasi mi?” ikileminde çok zaman kaybettiğini kaydeden Güleçyüz şöyle dedi: “Halkın sırtından sopayı eksik etmemek’ zihniyetiyle ve operasyonlarla sürdürülen terörle mücadele bu yüzden hep akamete uğradı. Terör bahane edilerek demokratikleşme adımları engellendi. Oysa terör bir yönüyle devletin şefkatle ve adâletle hareket edememenin de bir neticesi…”

Gelinen safhada “terörün çözümü”ne dair bir dizi tartışmanın, Kenya’dan getirilen ve müebbet hapis cezasına çarptırılan “Öcalan’ın tecridinin kaldırılıp ev hapsine alınması ve hatta ortam hazırlandıktan sonra Meclis’e girmesi” üzerine döndüğünü belirten Güleçyüz, “Ama terör sadece Öcalan’ın konumu meselesi değildir. Öcalan giderse yeni bir Öcalan bulunur. Bu çare ve çözüm değildir, oyalamadır, saptırmadır” dedi.

Resmî ideolojinin Türkiye’yi büyük sıkıntılara soktuğuna dikkat çeken Güleçyüz, daha sonra şunları söyledi: “Çare, Şarka şefkat, hizmet ve eğitim götürmek. Terör bataklığını kurutmak için en evvel herkesin hak ve özgürlüklerini rahatça yaşadığı bir ortam sağlanmalı. Devletin halka şefkatle muamele etmesi lâzım. Cumhuriyet tarihinde bunun ilk tedavisi, Demokrat Parti ve merhum Menderes’le başlar. Şeyh Said asılmış, ama DP Şeyh Said’in torununu Meclis’e getirmiş. O zaman Şark’ta sürgüne uğrayan Şark aşiretlerinin temsilcilerini milletvekili olarak parlamentoya taşımış. Gönüllerini almış, iç barışı, devlet – millet kaynaşmasını sağlamış.

“Devletin şefkat eli bu bölgeye uzanmış; hizmet götürülmüş. Daha evvel tek parti devrinde 27 isyan olurken, on yıllık DP iktidarı döneminde bir tek isyan ve kalkışma hareketi yok. Menderes’in Yassıada’da, ‘Kürt sorununu demokrasiyle çözeceğim’ dediği, şahitlerin anlatımlarıyla sabit…”

“MEDRESETÜZZEHRA PROJESİ”

Ecnebilerin İslâm âlemini ve Müslüman halkları birbirine düşürmeyi amaçlayan “tefrika planı”na karşı, toplumları birbiriyle tanıştırıp kaynaştıracak, fikrî birliği sağlayacak, ilim ve medeniyeti yaygınlaştıracak “Medretüzzehra projesi”nin önemine dikkat çeken Güleçyüz, bu konuda şu değerlendirmede bulundu: “Bediüzzaman’ın din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı Medresetüzzehra projesi, bir yenilenme projesi. Osmanlı devrinde Padişah nezdinde bu projeyi tâkip eden Bediüzzaman, esaretten döndükten sonra yine İstanbul’da ve peşinden 1922 Kasım′ında geldiği Ankara’da ilk Meclis’te bunun tâkipçisi olmuş. Her iki devirde de tahsisat ayrılmasını temin etmiş.

“Ve en son 1950’de çok partili demokratik sisteme geçişten sonra Reis-i Cumhura ve Başvekile gönderdiği mektuplarda da görüldüğü gibi, bütün İslâm dünyasının, Ortadoğu’daki, Asya’daki Müslüman milletlerin barış, birlik ve bütünlüğünü içine alacak şekilde kapsamını anlamlı bir biçimde genişleterek Demokrat Parti iktidarı nezdinde de gündeme getirmiş.”

Dünyanın değişik kıt’a ve merkezlerde şubeleri açılacak bu üniversitede okuyacak çeşitli bölgelere ve milletlere mensup Müslüman gençlerin birbirleriyle tanışıp okul arkadaşı olacaklarını, aynı fikirler ve değerlerle yetişeceklerini, daha sonra ülkelerine dağılarak önemli mevkilerde aynı dünya görüşü ile cihanşümul boyutta ve fıtrî bir süreçte barışı sağlayıp İslâm birliğini tesis edeceklerini söyleyen Güleçyüz, “Bediüzzaman’ın bu üniversitenin Ortadoğu barışının ve dünya sulhunun temel taşı olduğu ve İslâm birliğini temin edeceği’ öngörüsünün anlamı bu idi” dedi. Bu projenin gecikmesiyle İslâm dünyasında ırkçılık ve iç çatışmalarla, anarşi ve terörle masumların zarar gördüğünü, zaman kaybedildiğini ve büyük ekonomik kayıplar verildiğini, ağır bedeller ödetildiğini belirtti.

Risale-i Nur’daki ölçü ve parametrelere uygun şekilde inşa edilmesi gereken Medresetüzzehra’nın taban tabana zıt resmî ideoloji ile asla telif edilmeyeceğini ve bağdaşmayacağını, Risale-i Nur’un bunu kabul etmeyeceğini vurgulayan Güleçyüz, Medresetüzzehra’nın ancak Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da çerçevesini çizdiği esaslarla projelendirilebileceğini, aksi halde bu projenin dejenere olma riskiyle karşı karşıya kalacağını söyledi.

TERÖR, İNANÇSIZLIKTA TÜREYEN DIŞ MİHRAKLARIN TAHRİKİ

Güleçyüz, daha sonra şu tesbitleri dile getirdi:

“Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu iman ve birlik esaslarının yerine ve hatta bunlarla çelişen devlet politikalarının düzeltilmesi şart. İnançsızlıktan türeyen anarşi ve terör âhirzaman fitnesinin bir tezâhürü. Bediüzzaman’ın cehâlet, zaruret (fakirlik) ve ihtilâfa karşı çare olarak zikrettiği san’at (sanayi), mârifet (eğitim) ve ittifak hususunda çalışılması ve milletin irşad edilmesiyle cehâletin izâle edilmesi gerekir. Bu girift ve karmaşık sorunun çözümünde demokratikleşme son derece önemli. Bunun için, öncelikle milletle devleti barıştıran demokratik şeffaf devletin olması icâb ediyor.”

KANIN DURMASI İÇİN KARDEŞLİKLE İNSANÎ VE VİCDANÎ BARIŞ

Türkiye’de son yıllarda büyük ölçüde bigâne kalınan ve akamete uğrayan demokratikleşme ve AB sürecinin başarılmasının ehemmiyetini de nazara veren Güleçyüz, Türkiye’nin İngiltere gibi AB içinde ABD ve İsrail adına “Truva atı” yapılması ve birliğin bu yolla sabote edilmesi oyununa karşı müteyakkız olup tuzağa düşülmemesinin demokratikleşme sürecinin başarılması açısından taşıdığı öneme de dikkat çekti. Öncelikle başta anayasa olmak üzere mevzuatın darbe dönemlerinden kalma, inkılâp kanunlarını ve Kemalizmi koruyup kollayan ve halen yürürlükte olan ayrıklardan temizlenmesi ve toplumun temel dinamikleriyle uyuşan düzenlemeler yapılması gerektiğini ifade etti.

“Kanın durdurması karşılıklı kardeşlik, barış, musalâha ile olur. Hakikat ve maslahat sulhtur. Ecnebilerin kışkırtmasıyla başlatılan kardeş kavgasında kan dâvâsını ilânihaye sürdürmek mümkün değildir, çare de değildir” diyen Güleçyüz, insanlığın ve ülkenin, Bediüzzaman’ın, “Eğer o katl bir adavetten (düşmanlıktan) ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münâfık o fitneye vesile olmuş ise, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa cüz’î musîbet büyük olur, devam eder. Eğer barışsalar ve öldüren tövbe etse ve maktule her vakit duâ etse, o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar” şeklindeki insanî ve vicdanî barış ve musalâha dersine kulak vermesi gerektiğini vurguladı.

Konuşmasının sonunda, teröre insanî, vicdanî, adâlet temelinde çözüm bulunması gerektiğini ifade eden Güleçyüz, devletin empati yapıp bu meseleye insanî bir yaklaşımla adalet ve şefkat boyutuyla eğilmesi ve yanlışlarını düzeltmesi gerektiğini tekrarladı.

Büyük ilgi gören Güleçyüz’ün konferansı, dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılması ile sona erdi. Güleçyüz, sohbetten sonra başta “Teröre Said Nursî Çözümü” olmak üzere kitaplarını imzaladı.

DEVLETİN YANLIŞ POLİTİKALARI VAR

Gençleri teröre iten, dağa çıkaran sebeplerin başında devletin yanlış politikalarınn geldiğini anlatan Güleçyüz şöyle konuştu: “Problemin kaynağında, Tek Parti döneminden kalma “laikçi – Türkçü politikalar” var. Saldırgan, diğerini yok eden ırkçı zihniyet, tetiklediği karşı tepkiyle birlikte çatışmacı ortam ve terörü ortaya çıkarıyor. Oysa Cenâb-ı Hak, ‘Sizi millet millet taife taife yarattım ki birbirinizle tanışasınız, yardım edesiniz diye’ buyuruyor. Ancak diğerlerini, Kürtleri yok farz eden, Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bölgelerde dağa taşa ‘Ne mutlu Türküm diyene’ yazan, askerî okullarda “Kürtlerin dili yok” diye telkin edilip Kürtçeyi yasaklayan,‘Kürtler dağ Türkü’ gibi yakıştırma ve kışkırtmalarda bulunan zihniyet, aksi tesir yaparak çeşitli mahfillerce kandırılanları teröre sevk etti. Türkçülükle, bin senedir beraber iç içe yaşamış olan, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle ‘Türklerin cihad arkadaşı’ olan Kürtler ‘Kürtçülük’ tahrikine itildi…

“Ve bu durum Türklerin de aleyhine oldu. ‘Türkçülük’ adına yapılanlar en evvel Türkleri sevimsiz hale getirdi. En büyük zararı da Türklere verdi. Oysa Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak’ın, ‘Öyle bir kavim getireceğim ki mü’minlere karşı halim-selim, kâfirlere karşı izzetlidirler ve Allah yolunda cihad ederler’ meâlindeki âyetin Türklere işâret ettiği belirtilir. Türkler, bin sene İslâmın bayraktarlığını yapan, müjdelenmiş bir kavimdir…”

Bütün bu yanlışların bir birikimi netice verdiğini ve bunun doğurduğu kanlı terörün Türkiye’ye faturasının büyük olduğunu belirten Güleçyüz, ancak bunca tahrike rağmen fitnenin başarıya ulaşamamasında en büyük etkenin Risale-i Nur hizmeti olduğunu söyledi.

NUR RİSALELERİYLE SİVİL EĞİTİM VE İRFAN AĞI

Terör olaylarının bir sonuç olduğunu, onun için terörü doğuran sebeplerin doğru ve iyi tahlil edilmesi gerektiğini kaydeden Güleçyüz, bu hususta şu noktaları nazara verdi: “Terör insandaki kuvve-i gadabiyenin dışa vurumudur. Kuvve-i gadabiyenin şecaat mertebesinde dengede tutulması gerekir. İman şuurunun ferdî, siyasî, içtimaî hayattaki tezâhürleri bu dengeyi ifade eder. Bu ihmal edildiği ve mânevî değerler jakoben ve laikçi zihniyete dayalı devlet politikalarıyla tahrip edildiği için zehirli bir meyve olan terörizm belâsı ortaya çıkmış.”

Âhirzaman Müceddidi olan Bediüzzaman’ın Kur’ân’ın mesajlarını bu asra ve gelecek asırlara taşıdığını ve 100 sene önce yazdığı herhangi bir makalesinin sanki bugün yazılmış gibi taze ve canlı olarak günün meselelerine çareler getirdiğini söyleyen Güleçyüz, “Medresetüzzehra kurumsal olarak gerçekleşmedi, ama Kur’ân tefsiri Nur Risalelerinin, Avrupa’dan, Amerika’dan Avustralya ve Afrika’ya, dünyanın her yanında neredeyse her dile tercüme edilerek her yaş ve seviyede gürül gürül okunduğuna, bir mârifet ve sivil eğitim ve irfan ağı kurulduğuna dikkat çekti. Gönüllü olarak dünyada benzeri olmayan bir biçimde devam eden bu yaygın eğitim sistemiyle insanlığın ve Müslümanların aydınlandığını, cehâletin izâle edildiğini ifâde etti. Ve bugün Bediüzzaman’ın bir asır önceden ortaya koyduğu esasların terörü sona erdirip sulh ve müsâlemeti sağlamak için yegâne çare olarak görüldüğü gerçeğini dile getirdi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*