Terörün çözümü Bediüzzaman’da

Anadilde eğitim

Asırlarca İslâm kardeşliği ortak paydasında iç içe yaşadığımız Kürtleri dışlayarak, itip kakarak, ezerek ihdas edilen “Kürt meselesi”nin ortaya çıkmasında, Kürtçeyi aşağılayan ve Kürtçe konuşmayı suç sayan politikaların da çok büyük payı ve vebali var.

Nitekim Bediüzzaman, devrin zalimlerine hitaben kaleme aldığı ve “İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak, ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına’ denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır” ifadeleriyle başladığı tarihî bir belge niteliğindeki yazısında, “milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini unutturma” politikalarını da son derece keskin ve sert bir dille eleştirir. (Mektubat, s. 730)

Oysa anadili, insan hayatında son derece önemli ve vazgeçilmez bir yere sahip.

Anadili için “Tabiî olduğundan, elfaz (lâfızlar) davet etmeksizin zihne geliyor. Alış veriş yalnız mânâ ile kaldığından, zihin çatallaşmaz” diyen Said Nursî, anadiliyle verilen eğitim ve kültürün taşa işlenmiş nakış gibi baki kalacağını ve millî lisanın nakşıyla görünen birşeyin, içeriği ne olursa olsun, insanlara sıcak geleceğini ifade ederek bunu söylüyor (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 165).

Bu sebeple, gerek şarktaki medrese projesini anlatmak için İstanbul’a gelip padişaha iletmeye çalıştığı dilekçede, gerekse bilâhare gazetelerde yayınlanan makalelerinde, Kürt çocuklarına eğitim verilirken anadillerinin ihmal edilmemesi gerektiğini ısrarla vurguluyor.

Meselâ 2 Aralık 1908 tarihli Şark ve Kürdistan gazetesinde çıkan “Kürtler yine muhtaçtır” başlıklı makalesinde, medeniyet âleminde ve terakkî ve müsabaka asrında, bölgenin de kalkınma yarışına ayak uydurabilmesi için hükümetin himmetiyle kasaba ve köylerde mektepler açılmasına teşekkür ettikten sonra şöyle diyor:

“Bundan yalnız lisan-ı Türkîye aşina etfal (Türkçe bilen çocuklar) istifade ediyor.”

Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının ise, mekteplerde görev yapan öğretmenlerin Kürtçeyi bilmemeleri sebebiyle mektep fenlerinden mahrum kaldığını ve gelişmelerinin kaynağı olarak yalnızca medrese ilimlerini gördüklerini belirtiyor.

Ve bu durumun, sonuç olarak, vahşeti, keşmekeşi ve Kürtlerin geri kalmışlığını istismar eden Batının kuru gürültüye dayanan tahriklerini beraberinde getirdiğine dikkat çekiyor.

Bediüzzaman’a göre, her safhasında dinî ilimlerle modern fenleri kaynaştıran bir eğitimin, hem mahallî lisanda, hem de resmî dille sunulması gerekiyor ki, “Kürtler için müstakbelde bir darbe-i müthişe hazırlıyor” dediği vahim duruma meydan verilmesin. (Age, s. 22)

Münâzarât’taki “Hükümet hekim gibidir” bahsinde, umum köylerde veyahut evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis ederek hükümete iletmek üzere seçilmiş bir adamın reçetesinde yer alan “Cehalet hastalığı ile baş ağrısı var” teşhisindeki hastalığa ilâç olarak “Fen afyonunu önce onların lisanında, sonra resmî lisana çevirerek veriyorum” örneği de bunu ifade ediyor. (Age, s. 210)

Medresetüzzehra’da “Lisan-ı Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzım” demesi de (Age, s. 290).

Bu örnekler, onun eğitimde resmî dili de, anadili de vazgeçilmez olarak gördüğünü gösteriyor ve kökeninde ırkçı yaklaşımlar bulunan mantıksız politikalarla anadilde eğitimi yasaklayan, insanların anadillerinde konuşmaları veya eğitim görmeleri halinde ülkenin parçalanacağı paranoyasıyla bölücü provokasyonların işini daha da kolaylaştıran kafa yapısının bu konuda da ne büyük yanlışlar içinde olduğunu ortaya koyuyor.

İnsanlar, yaşadıkları ülkenin resmî dilini zaten öğrenip kullanmak durumundalar. Bu, kaçınılmaz bir zorunluluk. Bırakın, anadillerini de öğrensinler, konuşsunlar, geliştirsinler ve böylece, resmî dille zaten bağlı oldukları ülkeye olan gönüllü mensubiyet ve aidiyet duyguları daha da güçlensin. Yasaklayarak ve cezalandırarak varılan yer işte meydanda. Artık bu yanlışlardan dönme zamanı gelmedi mi?

Not: Bu bahisle ilgili olarak, anadilde eğitim konusundaki yaklaşımını, özetlemeye çalıştığımız şekilde ifade etmiş olan Said Nursî’nin, cumhuriyet döneminde resmî ırkçılık ve tetiklediği aksülamellerle ortaya çıkan ortamda bir fitne unsuru olarak kullanılabileceği endişesiyle, ziyaretine gelenlerden Kürtçe sohbet etmek isteyenlerin bu talebine olumlu karşılık vermeme hassasiyeti gösterdiğini; eski eserlerinin 1950’lerde yapılan yeni baskılarında, orijinal metinlerdeki Kürdistan kelimelerini “vilâyat-ı şarkiye” olarak değiştirdiğini ve daha da önemlisi, Risale-i Nur Külliyatı adını verdiği eserlerini Türkçe telif etmiş olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*