Terörün çözümü Bediüzzaman’da

TÖRE VE TERÖR

Töre ve namus cinayetleri, kan dâvâları, arazi ve tapu kavgaları, özellikle Doğu ve Güneydoğu eksenli olarak, ama başka bölgelerde de eksik olmayan ciddî sorunlarımız.

Cehalet, geri kalmışlık, adaletsizlik, ezilmişlik, kin, haset, intikam gibi sebepler, zaman zaman bu sorunların yol açtığı, bazıları katliam boyutuna ulaşan cinayetleri izah için yetersiz kalıyor.

Ama kişi insanlıktan çıkınca herşeyi yapabiliyor. Kur’ân’da “a’lâ-yı illiyyîn”e çıkma istidadına sahip olan insanın “esfel-i sâfilîn”e yuvarlanma tehlikesine de dikkat çekilmesi boşuna olmadığı gibi, Said Nursî’nin bu gerçekten hareketle söylediği veciz sözün ne kadar isabetli olduğu görülüyor:

“Cehennem lüzumsuz değil…”
Kişiyi bu hallere düşürebilen birçok sebep var.

Bunların en başında cehalet geliyor. Fakirlik, geri kalmışlık, husumet ve ihtilâflar gibi sebepler de onun türevleri olarak ortaya çıkıyor.

Çünkü iş dönüp dolaşıyor; Said Nursî’nin yüz sene önce cehalet ağa, oğlu zaruret efendi ve torunu husumet bey olarak sıraladığı, “bizi mahveden” üç düşmana gelip dayanıyor. Merkezinde ağalığın yer aldığı feodal düzenin de, fakirliğin de, gelir uçurumu ve adaletsizliğinin de, basit ve sıradan sebeplerle kapışma ve kavgayı netice veren ihtilâf ve anlaşmazlıkların da ardında bunlar var.

İstibdat zihniyetine dayalı merkezî devlet uygulamaları da, maalesef bu hastalıkları azdırmış.

Kuvveti hakta değil, hakkı kuvvette gören bir anlayış, yerel ilişkilerinde de kuvveti elinde bulunduran unsurlarla iş görmeyi âdet edinip, zayıfları onların olmayan insafına terk etmiş. Birlikte çalışmayı tercih ettiklerini her türlü imkânla destekleyip donatırken, diğerlerini mahrumiyet ve sefaletleriyle yüz üstü bırakmış. Yargı mekanizmasını da bu mentalite üzerine bina edip öyle işletince, insanların sarılacağı bir dal kalmamış.

Cehaleti izale edecek ilim ve eğitim seferberlikleri yerine, tek yanlı propagandalar dayatılmış.

Aynı şekilde, ortak birleşme noktalarına vurgu yapılarak kardeşliğin ve kaynaşmanın tesisi gerekirken, tam tersine, var olan ihtilâflara yenilerini ilâve edecek fitneler tezgâhlanıp sahneye konulmuş. Kardeşlik için çalışanların da önü kesilmiş.

Maalesef böyle bir arka plandan geliyoruz.

Durum bu olunca, orada her türlü vahşet ve dehşetin boy göstermesine müsait bir zemin, bile bile ve kasten hazırlanmış demektir. Dolayısıyla, zaman zaman ortaya çıkan vahşet tezahürlerine şaşırmamak gerekir. Ekilen, biçiliyor.

Çekirdeğini ailenin oluşturduğu toplumda, ürkütücü ve düşündürücü bir çözülme yaşanır ve bu çözülme, kanlı cinayetlerle sonuçlanan öfke patlamaları ve cinnet halleriyle kendisini gösterirken, cevabını bulmamız gereken sorular birikiyor:

Bize neler oluyor? Neden bu hale geldik? Bu vahim gidişatın sonu nerelere varır? İnsanlarımızı bu halden kurtarmak için neler yapmamız lâzım?

Aslında Bediüzzaman bunun işaretini altmış yıl kadar önce vermiş; din terbiyesi ve ahlâk noktasındaki lâübaliliklerin, elli sene sonraki nesillerde çok vahim sonuçlar doğuracağı uyarısında bulunmuş (Emirdağ Lâhikası, s. 55); “Şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak” (Şuâlar, s. 422) diye ikaz etmişti.

Bu ikazlara kulak verilmemesinin neticelerini, anarşi ve terör olaylarından ahlâkî çöküntüye, aile facialarına, töre cinayetlerine, kan dâvâlarına, çetelere… kadar uzanan alabildiğine geniş bir skalada, toplumun huzurunu bozan bilumum sıkıntıları yaşayarak görüyoruz. İnanç ve ahlâk dokumuzu pekiştirip tahkim etmeyi amaçlayan manevî hizmetler sekteye uğratılıp sabote edilirken, aksi yöndeki çabaların önünün açılması ise, çok derin bir tahribat tablosunu karşımıza çıkarıyor.

Bu tablodan çıkış için, sarsılan manevî temelleri yeniden inşa ve tahkim etmekten başka yol yok.

Nitekim madalyonun diğer yüzünde, ifsad için bu kadar uğraşılmasına, ardı arkası gelmeyen inanılmaz tertip ve tahriklere rağmen, bu tür olayların münferit düzeyde kalıp genelleşmemesi ise, olsa olsa toplumun mayasının sağlamlığı ve buna katkı sağlayan manevî hizmetlerle açıklanabilir.

Ki, kan dâvâsı, töre cinayeti gibi toplumsal hastalıkların azaltılması ve izalesi noktasında da en çok söz konusu manevî dinamikler etkili oluyor.
Keza, toplumsal dokuda nüfuz ve istismar edebilecekleri boşluklar arayıp fırsat kollayan, meselâ töre cinayetlerini bahane ederek toplumdaki iffet hassasiyetini aşındırmaya çalışan birtakım mihrakların hesaplarını da yine onlar bozuyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*