Teşahhustan Şeffafiyete

Varlık aleminde işleyen temel sırlardan biri şeffafiyettir. Bu sırra mazhar olanlar cismen ve şeklen kendilerini ön plana çıkarmazlar. Eşya içerisindeki işleyişleri, daha derinden ve nüfuz etme şeklindedir. Bu yüzden şekilleri, sınırladıkları belirli bir alan, katı bir yapıları yoktur. Her şeye, her şekle uyum sağlayabilecek derecede esnektirler. Ancak her şeyin içine nüfuz ederek hayati fonksiyonlar icra ederler. Bunun zıddı ise, Risale-i Nur terminolojisinde “teşahhusat” şeklinde yer almaktadır.

Teşahhusat sırrına mazhar olanlar ise daha katı, şekilleri belirgin olan ve belirli bir alanı sınırlamış varlıklardır. Nüfuz edebilmeleri, hatta aynı alanda bir başka varlıkla bir arada bulunabilmeleri bile çok zordur. Çoğu zaman mümkün değildir. Haliyle, sınırladığı alanda mutlak hakim olduğu hissini uyandırır. Varlık aleminde şeffafiyetin en güzel örnekleri nur (ışık, elektromanyetik dalgalar), hava ve sudur. Bu maddeler her yerde, her şeyin içinde bulunup çok önemli görevler icra etmelerine rağmen o nesnelere şekillerini vermeye çalışmazlar. Havasız ve susuz hayat olmaz, ancak bu hayati fonksiyonlarını varlıklarından bile haberdar olunmayacak şekilde icra ederler. İnsan bedeninin ve dünyanın yaklaşık dörtte üçünün su olduğu bilinmektedir, ancak bunlara dışarıdan bakıldığında suyun var olduğu bile belli değildir. Diğer taraftan kayalar, taşlar ve bütün katı nesneler belirli bir alanı sınırladıkları ve oraya hakim olduklarını hissettiren, geçit vermez ve esnemez bir hali temsil etmektedirler. Sevgiyle insanları kuşatarak onları belirli bir şekle sokma gayreti şeffafiyeti; siyaset ve otorite yoluyla, baskıyla aynı fiil teşahhusatı ifade etmektedir.

Çevremizde cereyan eden oluşlar, yani kainat ya da kevnler, varlıklar alemi sürekli birşeyler anlatma çabası içinde. Şimşeğin çakışında, yağmurun sağnak sağnak inişinde, rüzgarın uğultusunda, dağların görüntüsünde, kısacası varlık aleminde hangi işleyiş varsa, hepsinde pek çok anlamlar yüklü ve her haliyle bir şeyler anlatmak istediklerini ifade ediyorlar. Bu yapıların bir kısmı şeffafiyeti, bir kısmı teşahhusatı yansıtıyorlar.

İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde ve varlık aleminin yaratılmasında gözetilen temel maksadın sonsuz bir güzelliğin varlıklar şeklinde ifade edilmesi ve şuur boyutunda yansıtılması sırrı olduğu yine varlık ve şuur arası iletişimden anlaşılmaktadır. Bu anlamda ferdin ve ferdin de bir parçası olarak içinde var olduğunu algıladığı varlığın anlamlandırılması yine bu ikili bağlantının temel meyvesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak tarihin farklı dönemlerinde farklı varlık algıları ve kimlik tanımları ortaya çıkmıştır.

Tarihi boyunca insanlık, varlık alemini ve kendi benliğini anlamak ve anlamlandırmak konumunda ve çevresindeki işleyişlerle iletişim halindedir. Varlık alemi ile ilgili farklı zamanlarda ortaya konan farklı yaklaşımlar insan hayatı ile ilgi her şeyi ve doğal olarak kendi canlılığı, hayatı ve sağlığı ile ilgili problemleri çok yakından etkilemektedir. Kendini algılama şekli varlığı algılama şeklini ve varlığı algılama şekli bedeni ile ilgili problemleri algılama şeklini etkileyecektir.

On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefi yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılan bir varlık aleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır. Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddi plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalararası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur. Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasının tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir. Bilim o kadar kendinden emin ve madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgar yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddi aleme ve laboratuara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır. Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği, hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi alemin keşfi ile maddi dünya anlayışını sarsmıştır. Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları alemimize taşımıştır. Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile “olmaz” ya da “olur” şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, olasılıklar daha ön plana çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır. Bu hal bir boyutu ile de teşahhusattan şeffafiyete geçişi ifade etmektedir.

Bu yeni noktanın uzantısında ortaya çıkacak olan kainatın bir kitap olduğu ve o kitabı anlamlı kılan en parlak cümlenin Hazret-i Muhammed (a.s.m.) olduğu sonucudur. Kitap içindeki bütün cümlelere anlam veren ve her noktanın gerisindeki gizli manaları açığa çıkaran şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.) hakikati olmalıdır. Mevcutlar ve Halık-ı Kainat arasındaki bağlantının merkezinde o zat yer almaktadır. Bu anlam, Alemlerin Rabbı tarafından kainatın olmazsa olmazı konumuna getirilmesinin nedeni olmalıdır. Varlığa mana kazandıran bu konum zerrelerle şekillenen alemlerin de ötesinde farklı mana alemlerine ve her türden aleme ulaşıyor; bütün kevnleri, oluşları kuşatıyor olmalıdır. Alemlerin Rabbi’nin her ne türden hitabı varsa hepsinin anlamı ve ve şifresi Muhammedi gerçeklik içinde gizli gibidir. Bu ilişkiler ağı zaman ve mekan ötesi varlığın bütününü kuşatan ve kainata adeta ruh veren bir yapı içinde gerçekleşmektedir. Bu türden ilişkilerin fizik aleme de yabancı olmadığı yeni fiziğin ölçülerinde de ortaya konmaktadır. Her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu bir alem algısında ilk atomun ve son atomun Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile bağlantısı daha kolay algılanabilir ve anlaşılır hale gelmiştir. O’nun (a.s.m.) varlığa nur kattığı hepimizi ve bütün alemi aydınlığa kavuşturduğu düşünülerse bu bedenin insan adını almış olması ve onunla aynı türden oluşumuzun ne büyük bir şeref olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Belkide zerrelerin sürekli kaynaşması onun zerrelerden yaratılmış olmasının verdiği tarifi imkansız bir sevinç ve her zerreye şeref veren bu halin hissettirdiği mutluluktan kaynaklanmaktadır. Salavat ise bu mutluluğun zerrelerle şekillendirilmiş bedenlerden kelimelere dökülmesi ve varlık alemini kuşatan sonsuz rahmete onu vesile yapmak anlamına geliyor olmalıdır.

Allah ve melekleri ona salavat getiriyorlar. Biz de bütün zerrelerimizle ve kainatı kuşatan bütün zerreler adına ona salavat getirmeliyiz. Çünkü o, kainat kitabının ayetü’l kübrasıdır. Yine o varlık içinde alemlerin Rabbi’ne en şeffaf ayinedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*