Tesettür Risâlesi keşfedilirken

 

ŞEFKAT KAHRAMANI ANNELER

Bediüzzaman Hazretlerinin eseri olan Tesettür Risâlesinin Dört Hikmetinden birincisinin yorumlarına devam ediyoruz.

Eser, benzerlerinden farklı olarak sadece kadının fıtratı üzerine temellendirildiğinden gerçekten son derece orijinal, aktüel, gündemden hiç düşmeyen konuları satır aralarında barındırıyor. Bu açıdan her bir kelime ve kavramının adeta didik didik edilmesinde büyük faydalar var.

Özellikle semâvî emirlerin temellerine hücum edildiği günümüz şartlarında kendi hür iradesiyle Kur’ân’ın tesettür emrini benimseyen, hayat modeli olarak tercih eden, Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini başucu kitabı yapan hanımların şahsen ya da toplu olarak bu eseri dikkatli bir tefekkürle müzakere etmeleri, eserlerin sayfaları arasında keşif yolculuğuna çıkmaları şüphesiz büyük açılımlara vesile olacaktır. Hele de böyle bir ortamda…

KADINLAR KORKAK MIDIR?

Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Hikmet’te üzerinde durduğu hususiyetlerden bir tanesi de kadınların fıtraten korkaklığıdır. Bu yüzden kadın kendini gizlemeye, setretmeye meyleder. Kendisine haram olanların iştahını açmamaya, tecavüzüne meydan vermemeye büyük gayret eder. Aksi takdirde sekiz dokuz dakikalık bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz aylık hamilelik meşakkatini, ardından sekiz dokuz yıl (en azından!) himayesiz o çocuğun terbiyesi için uğraşacağını, dolayısıyla yıllarca o gayrimeşrû sekiz dokuz dakikalık zevkin belâsını çekeceğini belirtir.

Bediüzzaman Hazretleri bu tesbitlerinde haksız mıdır?

İşte bu yazımız sorunun cevabı üzerine olacak.

Aslında bütün kadınlar en değerli varlıkları olan hayatlarını, evlâtları için rahatlıkla fedâ edebilecek kadar cesurdur, kahramandırlar. Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’un başka yerlerinde hususan Hanımlar Rehberi’nde sık sık bu hakikatin altını çizer. Hatta hayvanlar âleminde korkaklığı ile meşhur tavuk bile yavrusunu köpeğe kaptırmamak için başını fedâ etmekten çekinmez. Bu açıdan bütün anneler şefkat kahramanıdır!

KADIN YOL AYRIMINDA

Bu hakikatle birlikte kadın için en büyük zorluklardan, korkulardan bir tanesi himayesiz bir evlâdı yetiştirme gayretidir. Hele bu evlât gayrimeşrû ilişkiden dünyaya gelmişse… Zira, gayrimeşrû ilişkiyi (İslâmî tabiriyle zinâyı) göze alan bir erkek genel itibarıyla sorumluluktan kaçar, bir çocuğun mesuliyetini, himayesini üzerine almaz, hayvânî duygularının esareti altındadır.

İşte kadınların kendilerini haram nazarlardan gizlemesi Ahzab Sûresinin ilgili âyetinde de söylendiği gibi “eziyete uğramamaları” yani yine kendi selâmetleri için uygundur.

Bu inanan bütün kadınları ilerde olacaklardan korumaya yönelik Kur’ânî bir tavsiyedir. Tesettür önerisini dikkate almak ya da almamak kadının kendi tercihidir.

Kadın tercihini Kur’ân’dan yana yapar kendini haram nazarlardan gizlerse zahiren (sözgelimi yaz sıcaklarında örtünmek gibi) bir eziyet çeker, ama gönlü gül gülistandır. Aksi takdirde en azından haram nazarların göz hapsinde esarete maruz kalır. (Geçen yazımızda taciz konusu üzerinde çok durmuştuk.)

ADİ VE ALÇAK OLMAK

Bu tabirler Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Hikmet’te satır aralarından sarkıntılık yapan erkeklere perdeli olarak taktığı sıfatlardır. Avrupa’daki hemcinslerimiz bu adamları “Alçaklar!” diye polise suç duyurusunda bulunmuşlardır.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık yapan adi kundura boyacısı” tabiri kundura boyacısının bu hareketinin “adi” olduğunu belirtmektedir. Yoksa Handan Koç’un ifade ettiği gibi “sınıfsal eşitlik fikrine kapalı olmak” ya da üst-ast ilişkisi” kast edilmemektedir. Mesleği değil, yaptığı harekettir âdîce olan. (Radikal, 13 Nisan 2008)

Nitekim, bu tâbir azdır bile. Taciz edilen kadınlar bunun kat be kat fazlasını muhataplarına ifade etmektedirler.

Ayrıca kundura boyacısının bu âdîce hareketi yaparken korkusu da yoktur. Köyde kasabada da değil Başşehirde, gece de değil gündüz vakti, ıssız bir yerde de değil çarşı içinde, kalabalığın gözleri önünde dünyaca rütbeten büyük bir adamın karısına sarkıntılık edecek kadar pervasızdır.

İşin enteresan yanı, Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Hikmet’teki bu satırlar yüzünden Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde arkadaşlarıyla birlikte yargılanması ve suç unsuru bulunmadığı halde “kanaat-i vicdaniye” ile mahkûm olmasıdır.

KADINLARIN “KORKU SİGORTASI”

Kadının fıtratındaki korku duygusu onun tecavüze uğramaması için koruyucu sigortası hükmündedir. Hani aydınlanmanın sağlıklı olarak gerçekleşmesi için “sigorta” olarak isimlendirilen ana elektrik düğmeleri vardır ya, “sigorta attığı” zaman her yer karanlığa gömülür, aynen onun gibidir korku kadın için.

Korku sigortası kadını ilerde olacaklara karşı korunmasını hatırlatır hep. Bu çerçeve içerisinde kadın için korku duygusu iyi bir özelliktir. Kadını mânen süsler, utanma, haya gibi ahlâkî güzellikleri de beraberinde getirir.

İşte, sefih medeniyetin bütün gayreti bu “korku sigortası”nı iptal ettirmeye, attırmaya yöneliktir.
HAYDİ KADINLAR BİRAZ CESARET!

Sefih medeniyetin kadınları esir etmekte kullandığı temel düşüncelerden bir tanesidir bu. Modasıyla, TV dizileriyle, sinemasıyla, defileleriyle, reklâmlarıyla, klipleriyle, müziğiyle, düşünürleriyle aklınıza gelen her vesileyle kadınların fıtratındaki tesettür meyli tahrip edilmeye çalışılır.

“Bu kıyafeti giymek cesaret ister!” denir gazetelerde, “Geceleri de sokaklar bizim olmalı” der kadın yazarlar… Nihayetinde “Asıl erkekler korksun bizden!” der kimi kadınlar ve tarihteki kadın savaşçılar olan Amazonlar günümüzde adeta yeniden hayat bulur.

Erkeklerin iştahını açmaktan kaçınmayan kadınların bu hareketi istenmeyen hamilelikleri gündeme getirir. Sefih medeniyetin ona da çözümü hazırdır: Başta kürtaj olmak üzere diğer doğum kontrol yöntemleri…

Gelişen bilim ve teknoloji doğum kontrol yöntemlerini kolaylaştırmakla birlikte yan etkilerini de tesbitte gecikmez. Kadının ruh ve beden sağlığını alt üst eden bu yöntemlerin zararlı etkileri hakkında hemen her gün gazetelerde yer alan araştırmaları okumak mümkündür.

CİNSEL ÖZGÜRLÜK DEĞİL, CİNSEL ESARET!

Evet, tedbirlere rağmen(!) gayrimeşrû ilişki neticesinde doğan çocuklar bugün bütün dünyada toplum hayatının dengelerini alt üst etmektedir. Son yapılan araştırmalara göre Fransa’da her iki çocuktan birinin gayrimeşrû olması “cinsel özgürlük” rüzgârının ibretli meyvelerindendir.

Boşanmalar, tecavüzler, sokak çocukları, annesi babası belli olmayan çocukların barındığı yuvalardaki türlü problemler, çocuk suçluların sayısındaki artış, AIDS, Herpes, Frengi gibi ölümcül bulaşıcı cinsel hastalıklar, homoseksüellik, lezbiyenlik gibi daha bir çok problem sınır tanımayan cinsel özgürlük, daha doğru bir tabirle “cinsel esaretin” zehirli meyvelerindendir.

Bugün “cinsel devrim”in beşiklerinden olan İsveç’te zinanın kanunen yasaklanması, fuhuş ve benzeri ahlâksızlıkların zararlarının okullarda ders olarak okutulması ilginç bir gelişme değil midir?

Kadınların dünyası ile ilgilenen bütün insanlar bu anlattıklarımızın farkındadır.

NE İSA’YI, NE MUSA’YI DİNLEMEK…

Bütün semâvî dinlerde gayrimeşrû ilişki yani zina yasaktır.

Hatta dinimizde “Zinaya yaklaşmayın!” (İsra Sûresi, 32.) âyetiyle gayrimeşrû ilişkiye yakınlaştıracak hayal, düşünce, tasavvur gibi hallerden bile mü’minlere ikaz vardır. Bu konuda onların zihinlerindeki kırmızı çizgi netleştirilir.

Üstelik dinimizde nikâhlı beraberliklerde bile doğum kontrol yöntemlerinin meşrû sınırları bellidir. Merak edenler bu konudaki fıkhî ölçüleri araştırabilir.

Asr-ı Saadette kadınlar İslâma girdiğinde, Peygamberimizin onlardan aldığı sözler arasında zina yapmamak ve çocuklarını öldürmemek de vardır.

Onların şahsında kıyamete kadar bütün mü’mine kadınlar için bu söz geçerlidir. Zaten İslâm teslim olmak, iman ise kalben Allah’ı tasdik etmek ve her şeyde O’nun rızasını aramak değil midir?

Evet, günümüzde adeta bir çöp paketi imiş çöplüklerde ölüme terk edilen masum bebekler, dinimizin ve bütün semâvî dinlerin ısrarla vurguladığı zina yasağının doğruluğunun şahitleri hükmünde.

Görüldüğü gibi inanan bir insanın hayatının her safhasında nasıl davranması gerektiği son derece net şekilde Kur’ân ve Sünnette belirtilmiştir. Bu konuda toplumda hâlâ bazı kuşkular varsa, bu dindar insanların inancını yaşantısına aktarmadaki şahsî kusurlarındandır.

SON SÖZ

Tesettür Risâlesine dair dört yazımızda Birinci Hikmet’te yer alan tesettürsüzlüğün kadınları incitmesine dair tesbitleri açmaya çalıştık. Bediüzzaman Hazretleri aynı risâlenin İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Hikmetlerinde nikâh bağı ile Allah’a ve birbirine söz veren, aile kurma mes’uliyetini üzerine alan kadın ve erkeğin tesettürsüzlükten nasıl etkilendiklerini anlatmakta.

Bir sonraki yazımızda da onları açmaya çalışalım mı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*