Tesettür ve Risâle-i Nur

Şükürler olsun ki, insî ve cinnî şeytanların engel olma çabalarına rağmen tesettürü tercih eden hanımların sayısı her geçen gün artıyor. Düşünün ki “sistem” bir asra yakındır, “tesettür esarettir” şeklinde propaganda yapıyor. Buna rağmen gerçek hürriyeti, tesettürde görenlerin çoğalması sıradan bir hadise değildir.

Elbette tesettürü tercih eden hanımların sayısının artması sevindirici olduğu kadar, kısmen de olsa ‘şuur’un azalması da aynı ölçüde endişe kaynağıdır. Tesettür ile moda arasındaki ince ve hassas çizgiye çok dikkat edilmesi lâzım.

Tesettüre girdiği yılı ‘doğum günü’ olarak gören yazar Şule Yüksel Şenler, tesettürü şöyle yorumlamış: “Çünkü tesettür, sadece baş örtmek değildir. Her baş örtülü olan, İslâmı yaşıyor demek değildir. Bunun örneklerini çok görmekteyiz. Bir tel göstermiyor, başını tam örtüyor, ama İslâm’a aykırı ne varsa; kıyafetinde, makyajında, hepsini taşıyor ve biz bu duruma gelmesine çok üzülüyoruz. Çünkü tesettür bu değildir. Tesettür, kadının cazibesini, güzelliğini, teravetini gizlemesidir. Tesettürün mânâsı zaten, Sitr’den geliyor, Arapça bir kelime. Sitr, örtmek demek. Kadının vücut hatlarının belirtilmesi, karşı cinse karşı, kadın lehine, Yaratıcımız tarafından sunulan güzel bir önlemdir ve emirdir. Diğer farzlar nasılsa, tesettür de öylesine farzdır ve Kur’ân’daki emirdir.” (Konuşan: Hülya Okur, www.haberx.com, 2 Mart 2012)

Daha önceki pek çok röportajında da ifade ettiği gibi Şule Yüksel Şenler’in tesettürle tanışması Risâle-i Nur eserleri vesilesiyle olmuş. Şenler, bunu şöyle açıklamış: “(Tesettürü tercih) Bir vesile Bediüzzaman Hazretlerine de borçluyum. Ağabeyim (daha önce Risale-i Nurları tanıdığı için), bize de hep onun öğrettiklerini aktardı. Çünkü biz ne Kur’ân’ı biliyorduk, sadece okumasını değil, bizim için inen âyetlerin ne olduğunu bilmiyorduk, biz tesettür âyetinden dahi haberimiz yoktu. Ben tesettürü, Risâle-i Nurlarda gördüm ve onun üzerine düşündüm. Ve o zamanlar da başka eserler de, yayınevleri de yoktu.”

Bu nokta çok önemli. Bakınız, Türkiye “tesettür, sınırlarımızın dışına atılacak” anlamına gelen kararların alındığı bir devreden geliyor. Uzun süre müstehcenlik ve açık saçıklık teşvik edilirken, tesettür sürekli kötülenmiştir. Şenler’in de ifade ettiği gibi bir neslin Kur’ân’a yanaşması, onu okuyup öğrenmesi engellenmiştir. Bu bakımdan “Ben tesettürü, Risâle-i Nurlarda gördüm ve onun üzerine düşündüm” demesi dikkate değer. Aynı şekilde “O zamanlarda başka eserler de, yayınevleri de yoktu” ifadesi de mühim. Bugün her işi kendilerinin yaptığını söyleyenler o günlerde, o yıllarda gerçekten yoktu. Ayıp değil, yoktu…

Kim ne derse desin, şahitlerin ifadeleri de gösteriyor ki Risâle-i Nur bu milletin imanını kurtarmış, her türlü rüzgâra karşı inançların korunmasında bir sığınak, bir dayanak olmuştur. Bugünkü ‘kahraman’lar, kahramanlıklarını sürdürsün, ama hiç değilse ‘şahit’leri de dinlesin. Risâle-i Nur’un bu millete yaptığı hizmetin çapı, büyüklüğü ve etkisi gözden uzak tutulmasın.

Gerçi böyle bir “takdir”e Risâle-i Nur’un ve onu telif eden Bediüzzaman’ın ihtiyacı yoktur, ama ‘kahraman’ların bunu ilâna ve ifadeye ihtiyaçları vardır. Çünkü gün gelir yeni nesiller ‘şahit’lerin beyanlarını duyup gerçekleri öğrenirse onlara beslenen hüs-ü zan, iyi görüş ve düşünce aksine dönebilir. “Gerekleri niçin bizden gizlediniz, perde oldunuz” diye hesap sorabilirler.

Risâle-i Nur gibi bir ‘elmas kılıç’la tanışmış olmak en büyük şükür vesilesidir. Aynı ölçüde bu eserleri muhtaçlara ulaştırmak da boynumuzun borcu, unutmayalım…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*