Tesettürün hikmetlerine dair

Türkiye’de son zamanlarda on yıllardır gündem konusu olan tesettürün başka bir boyutu konuşulmaya başlandı. Bu da tesettürün kadınları korumaya dönük olup olmadığı tartışmasıdır.

Kadınlara hürriyet meselesinden yola çıkarak, kadına ayrımcılık yapıldığı veya esaret altına alındığı söylemlerinin bolca konuşulduğu bir dönemdeyiz. Aslında gerçek hürriyeti, kadın için de erkek için de cehalet ve taassup istibdadından bir kurtuluş olarak tanımlamak akla uygun olandır.

Kadınlara özgürlük sloganıyla sokaklara çıkanlar, hürriyeti bu tanım çerçevesinde değil, nefsin arzu ve isteklerini rahatça yaşayabilmek anlamında ele almaktadırlar. Aslında bu ise, başka bir esareti savunmaktır.
Türkiye’de gerçek hürriyete sadece kadınlar değil, erkekler de ihtiyaç duymaktadır. Fakat hürriyetin nefis esaretinden, cehaletten ve taassuptan kurtulmak mânâsındaki gerçek anlamına en çok ihtiyaç duyanlar, sözüm ona aydın, laik, çağdaş tanımlamaları kapsamındaki insanlardır.

Ne gariptir ki, nefsin esaretinden kurtulamayanlar, kadınları güya tesettür esaretinden kurtulmaya çağırıyorlar.
Oysa ki hakiki hürriyet, daire-i İslâmiye ve terbiye-i diniye içerisinde yaşanır.
Kadınlara şeriat-ı İslâmiyenin sağladığı hak ve hürriyetler temin edilirse, ondan ziyadesine ihtiyaç yoktur.
Zira şeriat-i İslâmiyenin verdiği haktan daha fazlası da, daha azı da fıtrata müdahaledir ve bir zulüm anlamına gelir.
Son zamanlardaki, açık saçıklığın tecavüz ve tacizlere sebep olup olmadığı tartışmaları, tesettürün hikmetlerinin konuşulmasına vesile olmaktadır.

Kadına hürriyet ve özgürlük adıyla sokağa dökülüp, dekolte giyen kadını suçlu gösteren düşünceyi yargılayanlar, aslında arka planda tesettür düşmanlığını, daha geri planda ise, İslâm düşmanlığını yansıtıyorlar. Zira tesettür zina fesadına vesile olmayı seddetmek için emredilmiştir. Zinanın içten gelen dürtüleri de, vesileleri de haramdır.
Bir baba ailesini bir şerden men etse, sonra men ettiği şeye ulaştıran yolları ve sebepleri onlara mübah kılsa, yaptığı yasaklamanın bir anlamı kalmayacaktır. Doktorlar hastalık hakkında bilgi verirken hastalığın bulaşma yollarını da kapatmakla ancak hastalıktan korunulabileceğinin dersini verir.
İşte bu hakikatten yola çıkarsak, İslâmî yasaklar ve emirler, hususiyetle tesettür emr-i fıtrîsi, harama, tecavüze, tacize muvassıl olan yolu kapatmak içindir.

Tesettür meselesinin özüne Bediüzzaman Said Nursî, fıtrîliği yerleştirir. Yani yaratılışa uygunluk, vicdana, ahlâka ve insanlığın ittifak ettiği değerlere uygunluk noktalarından tesettürü ele alır.
Bediüzzaman, örtünmenin psikolojik altyapısında korku, utanma, korunma, gizlenme, nazarlardan uzak kalmak gibi fıtrî hallerin olduğuna dikkat çeker.

Tesettür Risâlesi’nde, tesettür emr-i fıtrîsinin tahlili yapılır ve dört hikmetten bahsedilir.
Bunlardan birincisi, kadınların haklarının, nezaket ve zerafetlerinin korunması için tesettürün şart olduğudur. Burada ilginç psikolojik bir tespitte bulunur. Kadınların fıtraten sevmediği erkeklerin kirli bakışlarından rahatsız olduklarını ve açık saçıklık kılığına giren bir kadının kendisine bakan on erkekten yedi sekizinden rahatsızlık duyduğunu söyler. Konunun devamında bu hâlin, tefessüh ve tefahhuş etmemiş kadınlarda böyle olduğunu ve pis nazarların maddeten dahi kadınlarda olumsuz tesirler bıraktığı tespitinde bulunur.

Bugün bir profesörün söyleminden rahatsızlık duyup sokağa çıkan sözümona hür, özgür, çağdaş kadınlar söylemlerinde gerçekten samimî iseler, bu meseleyi kadına bir ayırımcılık olarak nitelendiriyorlarsa, onları tefessüh ve tefahhuş etmiş ve fıtrata rağmen adım atan zavallılar olarak değerlendirmekten başka yol yoktur. Elbette açık saçıklık, tecavüz, taciz fiilini meşrûlaştırmaz. Fakat sebep olan da en az işleyen kadar suçludur.
Burada şunu da belirtmeden geçmemek gerekecektir. Tesettür sadece başı kapatmak değildir. Bu bakış açısından yola çıkıldığında tesettür bütün bir bedeni örtmekle beraber, hareket, davranış, bakış ve hatta hayalleri bile tesettürlemek anlamındadır.

Sadece başını örten ve diğer noktalara dikkat etmeyenler örtülü çıplaklar olacağı gibi; sadece başı açık olup, edep ve ölçü içerisinde olan hanımlara da açık saçık kadınlar diyemeyiz.
Bediüzzaman’ın Tesettür Risâlesi’nde, tesettür emr-i fıtrîsindeki hikmetlerinden ikincisi de şöyledir: Bu hikmeti, insânî bir his olan kıskanmak duygusundan yola çıkarak, kadınların eşlerini kıskandırıp, gücendirmemesi gerektiğini söyler. Hem dünya hem ahiret hayat arkadaşı olan eşinin nazarında ciddî bir hürmet ve muhabbet görmenin yolunun tesettür olduğunu, aksi halde kadının az kazanıp çok kaybedeceği tesbitinde bulunur.
Bediüzzaman, üçüncü hikmette ise, güven duygusu için örtünmenin şart olduğunu ispat eder. Bu ispatı yaparken, yine çok ilginç bir tahlilde bulunur. Cemiyet hayatının nasıl bozulduğunu ve bu bozulmada nefis kaynaklı kişisel tercihlerin nasıl etkili olduğunu anlatır: “Açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzelini görmediğinden kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi karısından daha güzelini görmez.”
İşte bu tesbitten da anlaşılacağı üzere, cemiyet hayatında bu hislerin hâkim olduğu insanların çokça varlığı alçakça hislerin uyandırılmasına sebep olmaktadır. Yani açık saçıklık kılığındaki her on kadından dokuzu ve her yirmi erkekten on dokuzu, kendilerini karşı cinse sevdirmeye çalışmaktadır.

Bediüzzaman’ın bu tesbitinin bugün cemiyet hayatında tezahürlerini görmekteyiz. Boşanma oranlarının artması ve ahlâksızlığın had safhaya çıkmasının altında tesettür emr-i fıtrîsine muhalif hareketlerin olduğu aşikârdır.
Tesettür Risâlesi’nin dördüncü hikmetinde ise, aile müessesesinin korunabilmesi için tesettürün şart olduğu dersi verilir. Zira tesettürsüzlük, evliliği arttıran değil, bilâkis azaltan bir durumdur. Bediüzzaman, bu hikmetin devamında mekânların, coğrafyanın insan hisleri üzerinde etkin olduğu tesbitinden yola çıkarak sıcak memleketlerdeki hislerin tahriki ile soğuk memleketlerde meselâ Avrupa’da durumun farklı olduğunu, ülkemizde insanların nefsî heves ve arzularının galeyana gelmesinin daha kolay olduğu ve bu tahriki ve tehyîci netice verecek açık saçıklığın çok sû-i istimalâta sebep olacağını belirtir.

İnsanların elbette özgür iradesiyle giyim tarzını belirlemeleri, temel insânî bir haktır. Örtünen hanımı da, örtünmeyen hanımı da eleştirmek, yargılamak, tercihini zorla değiştirmeye çalışmak bir hak ihlâlidir.
Başörtüsü meselesi yıllardır Türkiye’de laikler ve muhafazakârlar arasındaki mücadelede en müşahhas ayırım olmuştur. Siyasîlerin siyasetlerine malzeme yaptığı bir problem haline gelmiştir. Fakat ilginçtir ki, son günlerde bu tartışmaların zemini, bir başka eksene kayıp, tesettürün hikmetlerine dair bir hüviyet kazanmıştır. Bu aslında güzel bir gelişmedir. Bir profesörün söylemiyle başlayan tepkiler ve takdirlerle aslında tesettür-ü fıtrînin emredilme hikmetleri ve fıtrata ne kadar uygun olduğu hakikatlerinin konuşulmasına başlanmıştır. Bu yüzden bu meseleleri değerlendiren ilâhiyatçıların ve ehl-i kalem olanların bu noktaları nazara vermesi ehemmiyet arz eder. Zira söylemler, uygun zaman ve zeminde söylendiği zaman tesirli olur. Şerrin tasallutu, hakikatin ortaya çıkmasına zemin ihzar eder.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*