Tiyatro

Image
Tiyatro ile hakikatin bu denli iç içe yaşadığına tarih çok az şahitlik edebiliyor. İleri teknoloji, derin hesaplar, ince ayarlar ve dört koldan çalışan bilimsel enstitülerin ortaya koyduğu tiyatroyu da, senaryoyu da, oyuncuları da zamanında keşfetmenin yalnızca “basiret”le mümkün olduğunda herkes müttefik.

Bildiğiniz gibi tiyatroda sun’î karagözlülük esastır. Tarihî kahramanları temsil eden oyunculara yakından baktığınızda veya onları sahne dışındaki normal yaşayışlarında takip ettiğinizde, hayal kırıklıkları yaşarsınız. Sahneden veya perdeden bakışlarını ayırmadan yaşayanların dünyaları toz pembedir. Seyirciyi hakikatten çok arzu ve hayalleri yönlendirir. Osmanlı okuyucusuna hikâyeyi ve belki de okumayı sevdiren A. Mithat Efendi, eserindeki hayalî kahramanlar üzerinde, okuyucusunun arzusu hilâfına tasarrufa kalkışınca Vefa’daki matbaası taşa tutulur. Bu tarz hikâye, roman veya tiyatrolara dalmış seyirci ve dinleyicileri uykularından veya rüyalarından ayırmak o kadar zor ki…

Bu tiyatro önceki oyunlarla bağlantılı ve ileriye doğru devam edecek zincirleme sahnelerden oluşan büyük tiyatronun bir parçasıdır. Bütünü birden göremeyen veya oyunlar arasındaki bağlantı ve eklenti yerlerini kaçıranlar, bu rüyadan zor uyanırlar.

OYUNU KOYANLAR VEYA SENARİSTLER…

“12 Eylül” oyunu başarıya ulaştığında, dönemin CIA Başkanı sevincini gizlememişti. Bedrettin Demirel’in itirafıyla o oyun tam beş bin gencimizin hayatına mal olmuştu. Yeni oyun kurulurken Tayyar Altıkulaç bir önceki oyunun başrol oyuncusundan Başbakanımız için icazet istemişti. Yirmi maddelik şartname ile birlikte müsaade de çıkmıştı. Ve yanına Çevik Bir Paşa gibi kuvvetli bir yardımcı da vermişti. 12 Eylül tiyatrosu için, oyuncuların Amerika serüvenlerini hatırlarsınız. Özal’ın Alexander Haig ile birlikte girdiği zayıflama kamplarını da. Başbakana ve Çevik Bir’e “cesareti ödülü” veren çevreler, büyük enstitülerindeki binlerce araştırmacıyı yeni tiyatronun emrine vermişlerdi.

Oyunu sahneye koyanların veya senaryo sahiplerinin dünyasındaki “proje birliği”ni genellikle seyirci anlamaz. Her oyunu müstakil bir zafer olarak değerlendirip başrol kahramanını alkışlar. Kimilerine göre BOP olayı o günkü neoconlarla bitmişti. Ama öyle olmadığı, sonraki gelişmelerle anlaşılıyor.

One Minute’ün Davos’ta seslendirildiği günün öncesi ve sonrasındaki İsrail münasebetlerimiz istihbarat ve silâh anlaşmaları ile mi sınırlıydı? Başbakana yakın gazetelerin “Münasebetler koptu, kopuyor!” dediği günlerde bile Zafer Çağlayan “Ekonomik münasebetlerimizde sıkıntı yok” diyordu. Türkiye ile İsrail arasında ekonomiden başka hangi münasebetler olacaktı ki… PKK meselesinde AKP’yi çamura yatıranların maddî menfaatlerden başka bir derdi var mıydı?

Önemli olan neticedir. Rasmussen’in İsrail’i korumak ve Türkiye’yi de hedef tahtası yapmak niyetiyle ülkemize yerleştireceği “füze kalkanına” evet diyen bir oyuncu sizce de iyi oyuncu sayılmaz mı? İran, Suriye ve Lübnan arasındaki irtibatları “Arap baharı” ile parçalamak isteyen İsrail’e destek verip neoconların projesinin vitrininde bulunarak Arap âleminin uyanmasını engellemek isteyen bir tiyatro fevkalâde başarılıdır.

Cüneyt Zapsu’yu dinleyen oyun kurucuları AKP kurmaylarını ara deliklere süpürmediklerinden o kadar memnunlar ki… Zaman gösterdi ki, hem Türkiye’nin sosyal dokusunun neoliberal yardımlarıyla çözülmesinde ve hem de “Arap baharı” fitnesinin organizesine yardımcı olmada AKP’den daha sağlıklı bir enstrüman bulamayacaklardı BOP’çular.

Bu tiyatronun bizi en çok üzen tarafı, bütün sahnelerinde millî ve dinî değerlerin istismar ve tahribidir. Mavi Marmara şehitleri için yapılan birşey oldu mu? İslâmda kadın, insanî değerler, aile, millî kültür ve gelenek, millî servet ve devletin bütün yapılarının geldikleri noktaları incelerseniz, sizin de yüreğiniz burkulur.

NETİCE

Powell’dan dışişleri bakanlığını devralır almaz dünyaya seslenen Condoleezza Rice’in söyledikleri unutulmadı: “İslâm dünyasında tam 22 ülkede rejim değişikliği öngörüyoruz.” Enstitülerin bir meyvesi olan Condoleezza’nın yerine demokrat Hillary geldi. Fakat enstitülerin global projeleri bizim tiyatrocularla devam ediyor. İsrail’in milletler arası onlarca mahfile girmesini sağlayan AKP’nin politikalarını bu açıdan ve dikkatle takip etmek gerekiyor. İsrail ilişkili global şirketlerin Türkiye’ye el atmalarına itiraz eden çevreleri “Sermaye ırkçılığı yapmayın!” diyerek haşlayan Başbakanımızın politikalarını gelecek zamanlar daha doğru anlatacaklar. Fakat ülkenin ve milletin âlî menfaatleri şahıslar için feda edilmemeli… Neocon ve neoliberal oyun kurucularının şişirdikleri “yeni Osmanlıcılık” balonu da kısa sürede sönecek… En büyük endişemiz, bu oyunların bundan sonraki perdeleriyle ortaya çıkacak sahnelerde “Arap dünyasının” yeniden bize küsmesidir. Vatanperver ve ciddî dindarlar, şimdilerde yapılanların Türkiye ile ve âlem-i İslâmla özdeşleştirilmemesi için avazı çıktıkça haykırmalılar.

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. selamun aleyküm hep abilerimden çeşitli defalar dinlediğim aktörler değişir. fakat senaryo aynıdır. bu cümle sürekli aklımı kurcalamıştır. senaryo aynısıya sadece aktörler değişiyorda fakat birde bu senaryoyu seyredenlerde aynı insanlar arada bir yeni seyirciler katılıyor. yeni katılanlara bir sözümüz belki olmayabilirde eski katılımcılar neden bu sürekli seyrettikleri tiyatroyu anlamıyorlar. bu çözülebilirse sorun anlaşılabilir zannediyorum. hatta bu tiyatroyu anlamayanlar içimizdeki şahıslar olursa bunu nasıl izah etmeliyiz acaba? üstadımızın düsturlarını bilen insanlar olarak biliyorsak bu durumda ne yapmalıyız acaba?

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*