Tozpembe yalanların çirkin yüzü

Abra kadabra… Sihir başladı. Pembe toz etrafa saçıldı. Bu kadar kolaydı, her şey bir anda halledilecekti, gözlerden yaşlar akmayacaktı, milyonlarca hakaret olmayacak, sözle tecavüz edilmeyecekti… Peki neden bu kadar geç kalındı?

Yine, “Başörtülüler bizim kızımız, diğerlerinden farkı yok, ama kurallara uymak zorundalar. Başları açılacak” sözleri…

Bunu söyleyenler neyi merak ediyorlar acaba? Başlarını kapatanlar bir sözle nasıl açıyorlar acaba? Binlerce mağdurun gözündeki yaşı kim silecek acaba?

Yirmi bir yaşıma girdim. Yedi-sekiz yıldır örtümü çok şükür takıyorum. Kime zararım olmuş? Bunca yıl kaybımın hesabını kim verecek? Bir söz, bir yazılı metin bu konuyu düzeltecekti de, yıllardır neden dışlandık, itilip kakıldık?

Beni istemeyenlerin arasına, üniversiteye girer miyim? Çıkarılan kızların hıçkırıkları yankılanırken, alaycı bakışlarla yerin bininci katına kamp kuran o kızın, içindeki uçurumdan herkes yuvarlanacak. Ekilenler biçilecek, söylenen lâflar yutulacak. Bu kimseye yakışmaz. Ben, beni küçük görenlerin, beni istemeyenlerin okulunda okuyacak cesareti bulamam. Sunum yaparken aşağılanacak ve belki dinlenmemek gibi bir hareketle karşılaşacaksınız. “Bu benim onurum, gururum” diyemeden alaycı bakışların önünde esir olacaksınız.

Pembe tozun pembeliği kaybolunca, tozları bir çöpçü süpürecek ve her şey aynı kaldığı yerden devam edecek. Tıpkı Pazar günü olan sınavdaki gibi, “Başörtünüzün içinde ne olduğunu bilemeyiz, bu yüzden çıkarmak zorundasınız.” Bu ikaz her an karşımıza dikilecek. Yine başlar açtırılacak, yine her şey eski hâline dönecek. Ama zedelenen yine biz olacağız. Çünkü örtümüze yeni bir hakaret daha yapılacak. Dikkatler “Örtümüzün içerisinde kulaklık taşıyor mu acaba?” kuşkusunu doğuracak.

İlk başta kolayca teslim olan kişiler, eğer biraz daha direnseydi ve örtülerine biraz sahip çıksalardı, yasak bu kadar büyümeyecek ve belki çözüme gidilecekti. Ama tıpkı yalancı çobanın kandırdığı gibi, olayların karşısında ısıtılıp önlere sunulan bir malzeme hâline geldi.

İlk sefer çok ümitlenmiştim. Ama ne oldu? Ümitlerim, hayallerim kırıldı ve anladım ki bunda da bir hayır vardır. Artık ümitlenmiyorum, belki istemiyorum. Ama eğer insan bir şeyi çok içten Rabbi’nden isterse, er ya da geç onun kabul edildiğini yaşayarak öğrendim. Ve Üstadımızın şu sözü, her zaman bizim elimizdeki en güzel örnektir:

“Faniyim, fani olanı istemem; acizim, aciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”

Elimde diploma olsa, ama onu alıncaya kadar her türlü acı ve çirkinliği gördüysem o ne işime yarar? Sadece çevremi süsleyen bir duvar tablosu olur. Bu yüzden üzülmüyor ve her zaman şunu söylüyorum: “Her şey için, her zaman hakkımızda en hayırlısı olsun…”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*