TRT’yi kim korkutuyor?

Bu yazımızı okuyanlar, bizi ciddî bir sinema izleyicisi zannedebilirler.

Benim gibi ömürlerinin hazanına girmişlerin, bu nevi konularla meşgul olmamıza üzülen dostlarımızın da farkındayız. Fakat bütün mesele, bakış açısı ve durup baktığımız yer değil mi? Fukara milletin alın teriyle, millete gösterilmek üzere TRT’mizin çektiği filmleri, bu milletin bir ferdi olarak merak ediyoruz. Veya kırk sene öncesinden kalan bir “SANAT VE EDEBİYAT” kimliğimizin ara ara nüksetmesiyle de bu bakış açımız ortaya çıkmış olabilir. Yazıyı sonuna kadar okumadan “tenkit parmağını uzatan”, bazen düştüğüm pişmanlığa düşebilir. Hani, hepimiz insanız…

İran sinemasında Ahmed-i Necat ve Türk sinemasında R. Tayip Erdoğan’ın, bütün yanlış ve eksikliklere rağmen “Millî Sinemaya” el attıklarını inkâr edemeyiz. İran Sineması hakkında iki-üç yazı yazmıştık. Fakat TRT’mizi, fırsat bulduğumda; heyecanlı bir romanın sayfalarını atlayarak, hikâyenin ana düğümleriyle yetinen okuyucu gibi, tarihi dizilerini, çok arkadan üstünkörü bazen izlemeye çalışıyorum. Dindar AKP’li kadroların yeniliğine, milletimizin teveccüh göstereceğini herkes biliyordu. Yunus Emre’yi anlatan hikâyeye paralel olarak Süleyman Şah Oğlu Ertuğrul’un hikâyesi perdeye aksetmişti. Biz buradaki çalışmaları, yeri geldikçe tamamlayıcı tenkitlerimizle tebrik de etmiştik. Bu dizilerin sanat, tarih, kostüm, mekân, dil anlatımı, hadiselerin tasvir ve düğümleri gibi cihetlerini tahlil edebilecek zamana sahip olamadığımızın mazeretini yukarıda arz ettim. Fakat bir mesele var ki, tehire ve zamana bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu hikâyelerdeki KADININ rolü, giyimi ve diyaloğu çok önemliydi… Tarihî, millî hikâyelerin kadınlarımızca da çok izlendiğini okuyoruz. Hatta bazı muhafazakâr ailelerin çoluk-çocuk halinde ibadet huşusu içinde seyredildiğini de duyuyoruz. Yani kadınlarımıza ve bilhassa genç kızlarımıza çoğu kez rol modelleri olarak yansıtılan resimlerin, cemiyetimiz içinde önemli bir tesire sahip olduğu aşikâr…

Türk Sineması’nın “YEŞİLÇAM”daki müptezelliğiyle, TRT’nin dizilerini karşılaştıranlar yanlış yapmış olurlar… Zira kötü emsal olamaz… Biz AKP’li kadrolardan, daha çok yaratılışa ve fıtrata uygun bir yaklaşım bekliyoruz. Kadının toplumumuzdaki dününü, bugününü bilenler, tekâmül cihetiyle yarın için de konuşabilirler… Yani TRT‘nin dizilerinde tekâmül beklerken işin tereddiye yakalanması, bizi üzdüğünden şu satırları bir vazife olarak yazıyoruz.

İran Sineması’nın kadın kahramanlarıyla TRT Sineması’nın kadın kahramanlarını karşılaştıran sanat takipçileri, meramımızı daha rahat anlarlar. Veya Yunus Emre ile Diriliş’teki kadın figür, kostüm, hareket ve diyaloglarını; şu an gösterimde olan Barbaroslar ile Selçuklu Tarihini anlatan hikâyelerdeki tasvirlerle karşılaştıranlar da, tenkidimizin tekâmüle yönelik olduğunu göreceklerdir. Tarihimizdeki Gayr-ı Müslim kadınlar ve bilhassa Hıristiyan kadınların başı açık, dekolte giyimli ve erkeğini bastıracak şekilde önde olmadığını, Batılı tarih araştırmacılardan öğrenebilirsiniz. Tesettürlü veya başörtülü giyimin yalnızca Müslümanlara ait olduğu düşüncesini seyirciye telkinin de, o dinlerin geçmişine hakaret olduğu aşikârdır. İspanya’nın, Rusya’nın, Balkanlar’ın ve Polonya’nın köylerinde hâlâ başörtüsü vardır. Latin Amerika’dan hiç bahsetmiyoruz.

Yani TRT’nin milletine karşı, bilhassa kadın meselesinde bir “HİLE” içine girdiğini, herkes görüyor. Genç kızlarımızın zihin veya hafızalarına nakşedilen kahramanların, oyunlarda gayr-ı Müslim rolünde görünmeleri, Türk kadının ahlâkını sinema yoluyla tahribe çalışanların üslûbuna uygun görünüyor, değil mi?

Kadının erkeği cinselliğiyle rahatsız edecek giyim tarzlarını da karşılaştırabilirsiniz. AKP’li kadronun içine düştüğü “DEHŞETLİ VARTA” buradan da görülür. Yüz milyonlarca Müslümana “dindar Ak partili kardeşlerimizin eseri!” olarak gösterilen filmlerle, düşülecek günahlardan; önce karar veren müdürler, senaristler, yönetmenler ve yayıncılar hisselerini alacaklar. İstekli olarak o filmlerde rol alan kadın veya kızlarımızın faturalarının, bahsi geçen kişilerin yanında çok kabarık olmayacağını düşünüyorum… Çünkü “Essebebü Kel Fail” diye bir veciz ibare var. Bir kötülüğe veya iyiliğe sebep olan; başından sonuna ve neticelerine kadar sorumlu olarak karşılığını bulacaktır.

Batılı tasvir etmemek ve kişilerin hukukuna da girmemek için, isim, tanım ve tasvirlere girmiyoruz. Lâkin iyi biliyoruz ki AKP’li karar vericiler bu noktaya istekleriyle gelmediler. Değerli Numan Kurtulmuş Hocamız her ne kadar “NEOLİBERAL PROGRAMLARDAN” uzak olduklarını iddia etseler de, kadından başlayarak önce aileyi, sonra toplumu ve “Millî devletleri” tahrip projesinin Neoliberallere ait olduğunu, bizden daha iyi biliyorlardır. Bu açık-saçık kadın ordusunun rol aldıkları filmlerle “dindar nesillerin” yetişmeyeceğini ve kendilerine rey veren dinî cemaatlerin pek yakında kendilerini top ateşine tabi tutacaklarını bildiklerinden, istekleriyle böyle bir yola girdiklerine inanmıyoruz. Fakat hem siyaseten, hem ticareten ve hem de iktisadî yönden hükümeti sıkıştıran Neoliberallere yaranmalarının mümkün olmadığını bilmeleri gerekiyor. Neoliberaller, sivil dinsiz ve Marksistdirler. Allah’a inanmadıklarından; zalim, vahşi, hırsız ve hilekârdırlar.

İstanbul Anlaşması’nı TBMM imzalamıştı, Cumhurbaşkanı’nın iptal etmesi güzel oldu, fakat kadük bıraktı. Meclis eliyle verilen yanlış kararı, yine meclis düzeltmeliydi. LGBTQ meselesinde defalarca uyardık. AKP bu hususta Slovenya, Polonya, Macaristan ve Rusya’dan geri kalmamalı, diye… Bu güne kadar bir ses duymadık… Neoliberallerden korku hali, milletin değerlerine önem vermiyorlar, inancını efkâr-ı ammeye neşrederse; yüz tane Numan Hoca da gelse, bu telâkkiyi düzeltemez. Hükümet olarak ekseriyeti kaybedip muhalefete düşecekse de AKP, izzetiyle düşmeli… Demokrasilerde hep iktidar hesabı yapılmaz. Bazen Muhalefetteki vazife hükümetin vazifesinin üstündedir. Yeşillerin dolmuşuna binmiş Almanya hükümetinin karşısındaki Hıristiyan Demokratlarda olduğu gibi…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*