“Tûbâ lil ğuraba – Müjdeler olsun gariplere!..”

Dünya bir gurbet yeridir. Aslî vatanımız olan dâr-ı ukba’dan, bu dünya misafirhanesine bir gecelik konaklamak için gelen bir yolcuyuz. Yine oraya döndürüleceğiz.

Dünya gurbet yeri olmasına gurbet ancak, nedense; “lehülmülk” (mülk O’nundur) kaziyesine rağmen farazî ve vehmî hatlarla çizdiğimiz ki (o da mülk sahibinin nihayetsiz alanını anlamak için verilen) kendi alanımızdan neredeyse kuş geçirtmeyecek olduk. Bağımız bahçemiz haydi bizim istifademiz için uhdemize verilmiş olsun, ya yoldan geçenlere bir damla suyu nasıl ve ne hakla haram eder ve âlemdeki nizamatı tanımayıp “padişahta kimmiş, emir dinlemem” diyerek bütün ahaliyi zapt ü rapt altına almaya çalışırız?

Nefsimize zulmedip cahillik ederiz de, bizi ikaz eden elçi ve mürşidleri neden dinlemez, neden “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” misali asîliğimizi dizginleyenleri gurbet içinde gurbetlere salarız.

Tarih bize hep hayırhâhlarımızı bu gurbet diyarında bile barındırmadığımıza şahitlik etmiştir.

En büyük gurbet zamanını babamız Hz. Âdem yaşamıştır. İnsanlığın temeli için Cennetten (zahmetsiz külfetsiz bir vatandan) çöle inmiştir. Bilmem kaç sene Hz. Havva’nın hasreti ile tek başına gurbet içinde gurbet geçirmiştir.

Allah’a iltica edenlerin hikâyesi, Hz. Âdem’den başlayarak devam edegelmiş, kıyamete kadar da berdevam görünüyor.

Gelin şöyle, tarih gezegeninde bir seyahat edelim.

Nuh (as) emir gelince; bütün vatanını bir gemiye, umutlarını başka diyarlara yükleyerek tevekkül durağında gurbetlere yelken açmadı mı?

İbrahim (as), Nemrut’un zulmünden “hasbiyallahü” diyerek ateşi bir vatan, salıncakla diyâr eyledi ki, sonrası Kenan illeri ve Kâbe’ye göç…

Eyyüp (as), sabır imtihanında uzun seneler mağarayı bir çilehane, bir uzlethane, bir ilticâ makamı yapmadı mı?

Yusuf (as), kuyudan zindana, zindandan Mısır’ın azizliğine, oradan en güzel günlerinde Rabbine göç eylemedi mi?

Ashab-ı Kehf; önce inkârdan mağaraya, 300 küsûr sene uyutulup uyandırılıktan sonra din adamlarının dini paraya tahvil etmeleri neticesinde Rablerine ilticâ etmediler mi?

Hz. İsa (as), ümmetinin zulmünden gurbeti, göklere huruç etmekle yaşamadı mı?

HİCRET

Bu zulümler Kâinatın Efendisine (asm) muzaaf bir surette; “insanı ve bütün mahlûkatı esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-ı Samedaniye olması derecesine” çıkartan Fahr-i kâinat olan Efendimiz’e (asm), her türlü ihanet, işkence ve eziyetler reva görüldü ki, gurbetin en acısını yaşattılar.

Kendi kabilesi;

Ol Habib’e (asm) Mekke’yi dar,

Medine diyâr ettirdiler.

Yetmedi nesl-i mübareğini

Dağdan taşa vurdular,

Haydar-ı kerrar şah-ı Evliya,

Hüseyin’e Kerbelâ da şehadet içirdiler.

Sıratel müstakim sırrına erenlerle,

En’amte aleyhim müjdesine mazhar olanları, imbiklerden geçirdiler.

Âl-i İbrahim gibi Âl-i Beyte de dünya gurbetinde bir damla su vermediler.

Devletlûler işine gelmeyen bütün ikaz edicileri biat etmedikleri için, sürgünden sürgüne gurbetlere düçâr ettiler ki; İmâm-ı Ebû Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Rabbânî, Mevlânâ Halid-i Bağdadî ve Mehmed Âkif gibi bir vatan sevdalısı kendi öz vatanında gurbeti yaşadılar.

BEDİÜZZAMAN VE GURBET

Ahirzamanda ise dünyaperest zalimlerin en iyi bildiği şey tehcir ve sürgün yine sahneye kondu. Ayaklanmaları bahane ederek memleketi ve dini için canını feda etmekten çekinmeyen Bediüzzaman gibi bir gaziyi sürgünden sürgüne, dâvâsından vazgeçiremeyince zindanlara hapislere attılar.

Kendi ifadesiyle; “Ben, gurbetten vatanıma döndüm; gurbetten kurtuldum zannediyordum. “Vâ-esefâ”, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm” diyordu.

O Said-i Molla sürgünlerde,

Zindanları vatan eyledi.

Zübeyir uykudan kaçtı,

Üstadın’a kucak açtı.

Binbaşı Asım istikamet,

Hasan Feyzi Nur’u hidayet.

Hafız Ali Üstad’a bedel,

Şerbet içtiler şehadet.

Bu günde hakikatler vatanından; sürgünler, hapisler, zulüm gurbetine baktığımızda;

Yine göç var diye mecnuna haber verdik,

Yine matem, yine zâri, yine efgan oldu.

İslâm garip olarak başladı ve bir gün yine garip hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere! (Tirmizi, İman: 13)

Tûbâ lilğuraba…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*