GÜNÜN TARİHİ 18-27 Aralık 1919
Erzurum ve Sivas Kongresinin adından Anadolu’daki Millî Mücadelenin temsilcisi olarak Heyet-i Temsiliye, 18 Aralık 1919’da Ankara’ya Sivas’tan yola çıktı. Dokuz günlük yolculuktan sonra, nihayet 27 Aralık günü Ankara’ya vasıl oldu.
Türkler ile Kürtlerin müşterek bir kaderi var. Yaklaşık bin yıldır birlikte ve iç içe yaşıyorlar. Öylesine kaynaşmışlar ve her yönüyle öyle haşır-neşir olmuşlar ki, artık isteseler de ayrılamazlar. Dolayısıyla, mecburiyetle bir arada yaşamaya devam edecekler.
Son yüz yılda Kürtlerin, Arapların ve bir kısım Türkmenlerin İran’da, Irak’ta, Suriye ve Türkiye’de, yani şu dört ayrı ülkede ve dört parça halinde yaşıyor olmaları, gerçekte kendi tercihleriyle olmuş bir durum değil. Belki, ecnebî devletlerin dayatmasının bir neticesidir. O ecnebîler ki, bölünmüş haritaları cetvelle çizdikten sonra Mayıs 1916’da imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşması sonucu söz konusu parça-bölük tabloyu teşkil ettiler. Esasen, bu tarihten önceki durum farklıdır ve bir bütünlük halini arz ediyordu.
Dolayısıyla, şu paçalı tablo sun’îdir, yapmacıktır, kasıtlıdır, gayrı fıtrîdir. Dahası, zalimlerin satranç oyununa açık bir şekilde dizayn edilmiş sınırlar ve haritalardır.
Türkiye’de yaşanan şu üç büyük İslâm unsuru dirayetli davranarak, o yüzyıllık oyunu bozup sun’i haritaları paçavraya çevirebilir. Yeter ki, layıkıyla bir şuurlanma olsun.
Nitekim, Mondros’tan (Ekim 1918) sonra yeni Türkiye’nin kurulmasında, Anadolu’da yaşayan o zamanki Türk ve Kürt temsilcileri bu noktada iyi bir imtihan verdiler. “Lozan’a ayrı ayrı heyetler halinde gelin” diyen ecnebîlerin bütün plânlarını akim bırakacak şekilde ve tam bir müştereklik ruhu içinde hareket ettiler. Dolayısıyla, yeni Türkiye’yi birlikte kurmayı başardılar. İşte bu şuurlu davranışın kısacık bir hikâyesi…
Millî Mücadelenin en önemli kilometre taşlarından biri Erzurum Kongresi (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) ile hemen ardından 4-11 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen Sivas Kongresidir.
Bu her iki kongreyi de Karabekir Paşa destekli olarak “Vilâyât-ı Şarkiye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti” organize etti. Bu kongrelerde, bilhassa Kürt ve Türk kökenli temsilciler, tam bir kardeşlik ruhu ile hareket ettiler.
Nitekim, her iki kongrenin de meyvesi olan ilk “Heyet–i Temsiliye”, aynı zamanda ileride Ankara’da teşkil edilecek olan Büyük Millet Meclisi’nin çekirdek kadrosu mahiyetini taşıyordu.
Dolayısıyla, TBMM’nin öncüsü olan “Heyet–i Temsiliye”, Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında belirlendi. Heyetin son şekli, Sivas Kongresinin 7 Eylül 1919 günkü toplantısında gerçekleşti. Aynı gün alınan karar gereğince, 15 kişiden teşkil edilecek olan Heyet–i Temsiliye, nisbeten güvenli ve merkezî bir şehir durumundaki Ankara’da toplanıp vazife yapacak.
İlk Heyet–i Temsiliye’de, Doğu Anadolu’yu temsilen 9 üye, Batı Anadolu’yu temsilen de 6 üye bulunuyordu. Bilâhare, Refet (Bele) Bey de nizamnâmeye uygun olarak 16’ncı üye sıfatıyla Heyet-i Temsiliye’ye dahil olması kabul edildi.
Heyet-i Temsiliye’nin vazife ve selâhiyetleri ise, özetle şu şekilde tanzim edildi: Erzurum ve Sivas Kongresinde alınan kararları uygulamak, kongrenin toplantı halinde olmadığı zamanlarda ise, kongre adına karar vermek. Buna göre:
1. Birleştirilmiş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir yıldır devam eden yurt genelindeki direniş hareketini koordine etmek.
2. İşgal güçlerini Misak–ı Millî sınırlarından dışarı çıkartıncaya ve zafere ulaşıncaya kadar her türlü mücadeleyi yürütmek.
3. İstanbul’daki Meclis–i Mebusan ile de temas halinde olmak ve gerekli görüşmelerde bulunmak.
4. Gelişmelerden milleti haberdar etmek ve halkı coşturacak neşriyatta bulunmak.
Bu mühim vazifeler, Millet Meclisi’nin açılış günü olan 23 Nisan 1920’ye kadar Heyet-i Temsiliye tarafından yürütülmeye çalışıldı.
ALİ FUAT PAŞA’NIN ANLATTIKLARI
20’nci Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Paşa’ya, Sivas Kongresinde ayrıca “Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı” unvanı verildi.
Büyük bir sorumluluk yükü altına giren Ali Fuat Paşa, 27 Aralık’ta (1919) Ankara’ya gelecek olan 15 kişilik Heyet-i Temsiliye’yi karşılamak üzere erkenden gelip birtakım hazırlıklar yapmaya başladı.
Aşağıda görüleceği gibi, olağanüstü şartlar altında büyük fedakârlık yaparak Millî Mücadeleye en ön safta atılan Ali Fuat Paşa, bilâhare M. Kemal Paşa ile araları bozulduğu için, neredeyse “vatan haini” gibi türlü muamelelere maruz kaldı.
Öyle ki, 1925’te zorla kapattırılan TCF’nin kurucuları arasında yer aldığı için; diğer kurucular (Karabekir, Orbay, Re’fet Bele…) ile birlikte “İzmir Sûikastı” bahanesiyle İstiklâl Mahkemesi’nde idamla yargılandı. Ardından, tümüyle siyasetten uzaklaştırıldı.
Dönemin kaynakları, Ali Fuat Paşa’nın 12 Aralık’da Ankara’ya geldiğini gösteriyor.
Dolayısıyla, Heyet–i Temsiliye’den iki hafta kadar evvel Ankara’ya gelen Ali Fuat Paşa, Millî Mücadelenin yeni merkezini hazır hale getirmeyi başardı.
Mevcut askerin toparlanarak düzene sokulmasından, Ankara ve civar halkının Heyet–i Temsiliye ile bütünleşmesine varıncaya kadar, hemen her safhada öncülük eden Ali Fuat Paşa, bizzat kaleme almış olduğu “Hatırat”ın da, bütün bu gelişmeleri teyiden detaylı bir şekilde anlatıyor.
27 Aralık günü Ankara’ya vasıl olan Heyet-i Temsiliye, yüksek tepeleri beyaz karlarla kaplı soğuk bir kış manzarasıyla karşılaşır.
Kara yoluyla ve otomobillerle gelen heyeti karşılamak üzere Ali Fuat Paşa’nın öncülüğünde yollara dökülmüş on binlerce Anadolu halkının coşkun tezâhüratı, o soğuk havayı adeta tersine çeviriyordu.
Heyet-i Temsiliyenin Ankara’ya gelişi, heyetin halk tarafından karşılanması ve bu 15 kişilik heyetin içinde hangi isimlerin yer aldığı gibi hususlar, Ali Fuat Paşa’nın “Millî Mücadele Hatıraları” isimli eserinde yer alıyor.
Ali Fuat Paşa, adı geçen eserinde 27 Aralık 1919 gününü şöyle anlatır:
… O günü hatırladığımda, aynı heyecanı daima duyarım. 27 Aralık’ta saat 11:00’de Temsil Heyetinin üç otomobilden mürekkep kafilesi, Dikmen sırtlarından geçen Kırşehir-Ankara şosesinin Ankara havzasına döndüğü yüksek noktada görünmüştü. Burada, yanımda Vali Vekili Yahya Galip Bey olduğu halde, Ankara nâmına kendilerini karşılamıştım. Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay) ve Ahmet Rüstem Beyler ile yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Bey vardı.
İkinci otomobilde, heyetin diğer azaları Süreyya, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beyler ile katipleri yer almışlardı.
Üçüncü otomobilden üçüncü ordu müfettişliği karargâhından Paşaya refakat etmiş olan Dr. Binbaşı Refik (Saydam), Erkân-ı Harp Binbaşısı Hüsrev Gerede Beylerle diğer bazı zevat çıkmışlardı.
Heyettekiler, otomobillerinden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan birlikte Ankara’yı seyretmiştik. Etraftaki dağlar, karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor, beyaz karlı tepelerin üstünde kıvrıla kıvrıla İncesu Vadisine doğru iniyordu. İstikbale (karşılamaya) gelenlerin bir ucu bugünkü Harp Okulu’nun bulunduğu tepeden başlıyor; dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükümet konağına doğru uzanıyordu.
Karşılamaya gelenlerin adedini 30-40 bine çıkaranlar olmuştur. O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun 22 bini geçmediği hatırlanırsa, bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır.
Millî müfrezelerimizin atlı miktarı da bini geçmişti.
BAŞBAKAN RAUF ORBAY’IN NOTLARI
1881’de İstanbul Cibali’de doğan Hüseyin Rauf Orbay, 1964’te yine İstanbul’da vefat etti. Mezarı, Sahrayıcedit Kabristanı’nda.
Babası, Kafkas kökenli bir aileden olan Oramiral Muzaffer Paşa, annesi Kürt aşiret reislerinden Cizreli Bedirhan Paşa’nın kızı Rüveyde Hanımdır.
O da babası gibi denizci oldu. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında gösterdiği üstün başarıdan dolayı, kendisine “Hamidiye Kahramanı” unvanı verildi.
Rauf Bey, Birinci Dünya Harbinden sonra kurulan kabinede Bahriye Nazırlığı görevine getirildi. Aynı zamanda, Osmanlı Devletinin bir nevi mağlubiyet belgesi olan Mondros Mütarekesi’ni hükûmet adına imzalamak durumunda kaldı.
Millî Mücadelenin hemen her safhasında aktif görev yapan Rauf Orbay, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Amasya Tamimi, Bakanlık, Başbakanlık, Meclis İkinci Başkanlığı görevlerinde bulundu. Ayrıca, 12 Temmuz 1922 ila 4 Ağustos 1923 tarihleri arasında İcra Vekilleri Heyeti Reisi olarak, yeni Türkiye’de Başvekillik, yani Başbakanlık yapmış bir şahsiyettir.
Birinci ve İkinci Lozan görüşmeleri süreci boyunca Başbakandır. Dahası, Lozan’a gidecek heyetin başında bulunmak ister. Fakat, Mustafa Kemal onu değil, İsmet Paşa’yı tercih eder. Gerekçe olarak da şunu söyler: “Sen orada kendi kafana göre hareket edersin; İsmet ise, benden habersiz iş yapmaz.”
Lozan Konferansının taraflar arasındaki en hararetli tartışma konularından biri, yabancı delegasyonun gündeme getirmiş olduğu “Kürt meselesi” olmuştur.
Yabancılar, Kürtleri de azınlık statüsünde görmek ve onları Türk unsurundan ayrı tutacak bir planı devreye sokmak istiyordu.
Bu mesele, şifreli telgraflarla Ankara hükümetine iletildi. Hükümet Başkanı Rauf Orbay, Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada, Türklerle Kürtlerin ayrılmaz kardeş unsurlar olduğunu ve onları imha etmeye yönelik bölücü emellerin iflâs ettiğini söyledi.
Meclis’te Kürtleri temsil eden mebuslar da, aynı mânâda konuşmalar yaptılar ve birlik–beraberlik mesajını verdiler.
Bu konuyu şöylece toparlamaya çalışalım:
20 Kasım’da (1922) başlayan Lozan Konferansı, 4 Şubat’a (1923) kesintiye uğradı. Nisan’da yeniden başlayan ikinci etap görüşmeleri, 24 Temmuz 1923’te nihaî şeklini alarak tarafların mutabakatı ve müşterek imzası ile sona erdi.
İşte, konferansın ilk devresinin ortalarında gündeme getirilen azınlıklar maddesine, Türkiye’deki Kürt unsuru da dahil edilmek istendi. Fakat, bu menfi niyet, gerek Lozan’daki temsilciler ve gerekse Millet Meclisi’ndeki mebusların müşterek iradesiyle yüzgeri edildi. O tarihte hükümet başkanı (Başbakan) olan Rauf Orbay, meseleyi Meclis’e taşıdı ve 25 Aralık 1922’de yapılan gizli oturumda tatminkâr açıklamalarda bulundu.
Aynı tarihli Meclis Gizli Zabıt Ceridesi’nde yer alan Rauf Beyin açıklamasında dikkat çekici şu ifadeler yer alıyor:
“…İngilizlerin Türkiye’de meskûn Türk ve Kürdleri imha edebilmek için yaptığı teşebbüslerinin tamamı, bu iki necip milletin birliği karşısında iflâs etmiştir. Her türlü fesatları din kardeşi, kan kardeşi, emel kardeşi olan insanların dirayeti karşısında erimiştir.
“Kürtler namına söz söyleyecek yegâne insanların bu yüce Meclis’te olduğunu pekâlâ biliyorlar. Ancak, yine de bu ayrımcı emellerinden sarf-ı nazar etmiyorlar. Onun içindir ki, her azınlık söz konusu oldukça, lisân azınlığı, ırk azınlığı, bilmem ne çıkartıyorlar.
“Bizim murahhaslarımız (Lozan’daki temsilcilerimiz) bu hususu bir daha ihtar etmek istemişlerdir ki, Türkiye, mevcut halkı ile birdir, her bir şeyleri birdir; gayeleri ve dinleri de birdir. Azınlıklar buna teşmil olunamaz. Hatta öyle ki, bugün Kürt için azınlık sözkonusu etmek, Türk için azınlıktan söz etmek demektir.”
Benzer konuda makaleler:
- Lozan’a Rauf Orbay gitmeliydi
- Açık – gizli Lozan görüşmeleri
- “Ben bu işin fedaisiyim, anladın mı?”
- Fuat Sirmen (1899 -1981)
- Müflis Proje: KEMALİZM
- İyilik, nasıl iyilik getirir?
- “Bediüzzaman, büyük bir vatanperver fedâidir”