Türkçülük perdesinde gizlenme

Image

Evvelâ, türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin tanımı yapılmalı. Sınırları, prensipleri, hayat biçimi, ahlâkî anlayışı ve kültürel çerçevesi çizilerek türkçülüğün tarifi yapılmadan milliyetçilikten bahsetmek havadan – sudan konuşmaktan daha değersiz kalıyor.

Hangi milliyetçilik? Türk milletinin islamiyeti kabulünden sonraki dönemini kapsamayan bir milliyetçilik elbette olmaz. Zira elimizde; tarihî belge, edebî eser ve sanat olarak İslam öncesindeki Türklerden elimizde bir şey kalmamıştır. Destan, hikâye ve masallara yüklenmiş bilgilerin doğru olmayacağı da ayrı bir vakıa olsa gerek.

İster – istemez İslamı kabulünden sonraki tarihe müracaata mecbur kalınacaktır. Tarih şahittir ki; Abdulkerim Saltuk Buğra Han´dan bu yana, yani Maveraünnehir´deki Karahanlılar Devletinden bu tarafa gelen bütün Türk tarihi aynı zamanda İslam tarihi olarak da ilimdeki yerini almıştır. Tıpkı arapların, arapçılık adına Endülüs, Sicilya ve Kuzey Afrika´daki İslamî tarihlere sahip çıkmayacakları gibi. Buradaki kültürel değerlerin hepsi ve alimlerin tamamı islam tarihinin değerleridir. Zira o günden genç Cumhuriyete gelinen zamana kadar elde kalan tüm mefahirimiz, Bediüzzaman Hz.lerinin ifadesiyle İslama mal olmuştur. İslamdan ayrı ne bir Türk tarihinden ve ne de milletinden bahsetmek mantıken mümkün görünmüyor.

Bizdeki milliyetçiliğin tarihini elbette biliyorsunuz. Çok uzun ve geniş olan bu mevzu hakkında yüzlerce kitab ve binlerce makale vardır. Biz yalnızca şu hususu ifade etmek zorundayız: Irka dayalı milliyetçiliğin Fransız ihtilâlinden sonra, Avrupa´nın içinden çıktığını ve daha sonra, İslam dünyasına düşman emperyalist devletlerin bu fikrini kullanarak başta Osmanlı olmak üzere İslam coğrafyasını parçaladıklarını elbette biliyoruz. Bu ırkçılık düşüncesinin Paris – Selanik serüvenini istediğiniz kaynaktan okuyabilirsiniz. Hatta 1900´lerin başında İstanbul ve Selanik´te neşredilen Hilâl gibi birçok dergi ve gazetenin naşirleri ve yazarlarının müslüman ve Türk olmadıkalarını da paralel kaynaklardan öğrenebilirsiniz. Türkiye´de Türk milliyetçiliğinin ideolojisini yapanların yüzde doksanının Müslüman ve Türk kökenli olmadıklarını yazanlar, bu teoriyi geliştirenlerin Müslümanlığı ve Türkleri sevmeyen “Türklük Sevdalıları” olduklarını söylüyorlar.

Yirmi milyon kilometrekarelik bir coğrafya´da, yüzlerce dil ve ırkı bağrında yaşatmış Osmanlı´nın Anadolu´ya çekilmesiyle, O´nu seven ve O´na tabî olan sair milletlerin de başta İstanbul, Bursa, izmir, Erzurum ve Diyarbakır olmak üzere bugünkü vatan paraçasına yöneldiklerini inkâr etmek mümkün değildir. Başbakan ve bakanlarının ekseriyeti Türk olmayan unsurlardan seçen Osmanlı devletinin devamı olan Türkiye´de Türkçülük yapmanın hem Osmanlıya ve hem de hakikî Türklere dolaylı bir düşmanlık ve bir ihanet olduğunu söylemek zorundayız. Türkiye´deki nüfusun ancak yüzde otuzunun hakiki Türk olduğunu, geri kalanların ise şu anda yirmiyedi lisanı konuşan başka ırklara mensup olduğunu inkâr etmek, ilmî neticeleri inkâr anlamına gelir. Yüzde yetmişi dışardaki düşmanların da yardımıyla yüzde otuzun üzerine kışkırtanlar, yani türkçülük yapanlar, ırkçılıkla bu ülkeyi gerenler bu millete ihanet yapmış sayılmıyorlar mı?

Türk milletinin dini, ahlâkı, estetiği, yaşayış biçimi ve kültürü elbette frenkmeşrep dediğimiz batı etkisindeki kültür ve yaşayış biçiminden tamamen farklı olacaktır. Yani islamiyeti benimseyen, Kur´an´ı ecdadı gibi anlamaya ve yaşamaya çalışan ve hayatını – geleceğini dinine uygun düzenleyen ve insanlıkla kesinlikle ters düşmeyen bir hayat tarzı olmayacak mı? Pekalâ bugünlerde medyada, ekranlarda ve meydanlarda Türklük nutku atanların hangisi bu millî ölçülere uygun yaşıyor veya bahsettiğimiz Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlıları benimsiyorlar ki… Newyork Jeansini bacaklarına çekmiş Parisli havayla dolaşan ve zaman zaman Londra kafasıyla konuşan bir topluluktan nasıl “Türk Milliyetçiliği” bekleyebilirsiniz ki…

Sizin de ilginizi çok çekmiştir. Yakın tarihe kadar çok sıkıcı bir Avrupaperest olan bugünkü Türkçülerimizin bugün AB düşmanı kesilmelerinin arkasında sakın bir başka oyun olmasın… Bazı Tarihçiler, 31 Mart hadisesiyle birlikte Osmanlı Hanedanının fiilen bittiğini ve bir başka hanedanın gizlice devleti ele geçirdiklerini yazıyorlar. Böylelikle ikinci Hanedan da tüm icraatlarını gizlilikle, münafıklıkla ve Türkçülük perdesinin arkasına saklanarak yaptı. Bediüzzaman Hz.leri bunları: “Hamiyet maskesini başına geçirmiş gizli İslâmiyet düşmanları” olarak nitelendiriyor. Türk milletine ve O´nun tarihine ihanet eden bu gizli idare, AB ile birlikte diktatörlüğünü kaybedecek korkusuyla ülkede sun´î Milliyetçilik krizleri oluşturmaya çalışıyor, diyen yazarların sayısı da az değil. Yani ihtilâllerle ellerinden hürriyetleri alınmış, cahil bırakılmış ve 25 Şubattan sonra da ekran kirliliğiyle perişan edilmiş bir gençliğin çok derin bir ihanet projesinde kullanılmakta olduğunu söyleyenleriniz elbette haksız sayılmazlar. Zira, Türkçülüğü meydanlarda savunanların ne yaşayışları, ne estetik anlayışları, ne kollektif hafızaları ve ne de inanç biçimleri Türk milletini çağrıştırmıyor. Birkaç sloganla hisleri okşanan gençlerle bir yere varmaya çalışanların üzerine “basiret” projektörlerini azıcık tutanlar, türkçülükle yürüyenlerin, gizlenen silüetini daha iyi görebilir.

 

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. bediüzzaman hazretlerinin türkçülükle ilgili br sözü vardı tam olarak hatırlayamasamda hatırladığım kadarıyla söylemek istiyorum türkçülük ve islamiyet birbirinden ayrı görülmemesi gereken kavramlardır bu ikisini türk milletinin beraber yürütmesi gerekir gibi bir cümleydi peki bu cümleyle sizin yazdıklarınız uyuşuyormu?

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*