Türkiye siyasetine uzaktan bakış

Image
Maraşlı merhum Âşık Hüdaî ne güzel demiş:

“Faydası olmayan bahardan, yazdan; yüce dağ başının kışı makbuldür./Cahilin yaptığı sözden sohbetten; âlimin hayali, düşü makbuldür.”
Hele bir âlim ki; sözü, izi ve yazısı (eserleri) hep Kur’anî ve Peygamberî olsa.
Hele bir âlim ki; bize “hayal ve düş” gibi gelen beyanları bile hakikatın ta kendisi olsa.

 

Hele bir âlim ki, siyaset ve içtimaîyat üzerine yazdıkları da, istikbâle ait beyanları da, düş ve hayalden uzak, serapa hakikatler olsa.
Böyle bir âlime, “Emriniz baş-göz üstünedir” denilmez mi, hiç?
“Eski Saîd Dönemi Eserleri” de yeniden okunmaz mı hiç?
«««
Hemen hatırlatmak gerekir ki, meseleye Avrupa’dan baktığımız için, “uzaktan” demedik. Bizim bakışımız bir şeyin daha uzağında seyrediyor. O da, particiliktir!
Bizim mektuplarımız orijinal haliyle önünüze geliyor. Ama sanmayınız ki, sanal yolla bize ulaşanlar da aynı minval üzere oluyor. Bir kere onlar, her hangi bir heyetten geçmiyor. Yazanın keyfine ve vicdanına kalıyor. Her zaman okşayıcı ve iç açıcı da olmayabiliyor.
İşin garip bir tarafı daha var. Biz, içtimaîyat üzerine olan yazılarımızda parti ismi bile vermiyoruz. Lakin gelen itirazlarda açıkça parti ismi veriliyor. Biz meselenin köküne ve temeline inmeye çalışıyoruz. İtirazcılar, ağacın dal ve yapraklarında, binanın çatısında dolaşıp duruyorlar.
«««
Diyorlar ki: “A kardeşim, sen Avrupa’dan yazıyorsun. Oradan bakınca, Türkiye’nin gidişatını bizden daha iyi görmelisin. Yüz yıl öncesinden bu günümüze müjdeler yok muydu? Değişimi neden hâla fark etmiyorsun?”
Diyoruz ki: “Bu gazetenin okurları, bu sitelerin takipçileri dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, her meseleye, her hâdiseye bir zaviyeden, bir açıdan ve bir yerden bakarlar.”
Diyorlar ki: “Hâla mı, ‘ehven-i şer’?”
Diyoruz ki: Siyaset alanı; haricî ve derin güçlerin cirit meydanıdır. Bazen asıl şerri, senin “hayra yorduğun” oluşumun üzerinden ülke üstüne yüklemesini biliyorlar. Görmüyor musun ki, o alana ‘hasbî’ olarak dalan ‘hesabî’ olup çıkıyor. Çok idealist zevat, o alana bulaştıktan sonra, bir de iktidara oturunca, idealini bir ‘gömlek’ gibi çıkarıp atabiliyor.
Siyasî literatürde ‘ehven-i şer’ olarak tanıdığımız çizginin de şerli bir alanda seyrettiğini ve şerrin ehveni olduğunu göz ardı edip, onu hayrın ta kendisi zannederek, ona angaje olmak ne kadar hataysa; o şerli alanı, bize bildirilen ‘ehven-i şerr’e havale edip, aslî hizmetlerimizle meşgul olmamak da o kadar hatadır.”
Diyorlar ki: “Artık ehveni mehveni kalmadı. Bize göre, ‘ehven’ de olsa, şer şerdir. Aradan tam yüz yıl geçti. Biz ki artık hayra kavuştuk, hayrı bulduk.”
Diyoruz ki: “Allah hayrınızı versin. Mevcut siyasette, bizim ‘ehven’imize bile tahammül edilemiyor. Darbe üstüne darbeler indiriliyor. İçerden ve dışardan müdahalelerle tanınmaz hale getiriliyor. Senin gözünden bile düşürülüyor. Senin ‘hayr’ına acaba ne kadar tahammül edilir? Ve hâla tahammül ediliyorsa, bazı haricî çıkarlar içindir. Bizim bilmediğimiz, bazı zinde güçlerin hesap ettiği,  ‘son kullanma tarihi’ne kadardır. Baksanıza, Hikmet-i Hüda, ‘ehven-i şerri’mizi bile ‘hikmet-i hükûmet’in dışında seyrettiriyor. Boğazımıza çöken haricî cereyana âlet olmaktan onu bile koruyor. Kenara çekip, merkezin mahiyetini ibretle seyrettiriyor.”
Diyorlar ki: “Böyle dinini ve diyanetini bilen insanlar, haricî cereyanlara neden âlet olsunlar? Neden kendilerini, bile bile felâkete atsınlar?”
Diyoruz ki: “Buyurun, Yirmi dokuzuncu Mektub’un Altıncı Risalesi’nin Altıncı Kısmı’nı bir daha okuyalım. Orada altı tane şeytanî desise deşifre ediliyor. Makam sevgisi, şöhret duygusu, korku damarı, rızkından korkmak, ırkçılık, enaniyet ve vazifedarlık damarı gibi… Ve Üstâd, “Kardeşlerim hakkında en çok korktuğum bu desiselerdir” diyor.
Kader-i İlahî, böyle desiselere kapılanları; ya zahiren “mükâfat” görünen tehirli cezalarla, ya da neticesi mükâfat olan musibetlerle cezalandırıyor.
Diyorlar ki: “Fonksiyonunu yitirmiş, neredeyse ölmüş bir nesneyi yeniden diriltmek bize mi düşmüş?”
Diyoruz ki: “Ba’sü ba’delmevt” hakikatı her zaman yürürlüktedir. Bize düşen sadece, kurutulmasına çalışılan kökü kurutmamaktır. Yeniden nüşv ü nema bulacağı zamanı beklemektir.”
Diyorlar ki: “Hürriyet ve demokrasi hususunda, Münazarat’ta yüz yıl sonrasına müjdeler var. Tam yüz yıl geçti.”
Diyoruz ki: “Beşerin sebep olabileceği gecikmeleri ve ertelenmeleri de hesaba katmak lazım. O müjdeli süreye beşerî ve şerli müdahale olmuştur. Sen 28 Şubat’ın tahribatını tamire çalışmazsan, Cenab-ı Hak o mükâfatı sana tattırmaz. Hem bir kaç senelik gecikme, böyle büyük müjdeler için çok görülmez.”

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Tebrik ediyoruz Mikail Ağabeyi,
    ‘ilkeli duruşlara ihtiyacımız var’
    Euronur Ekibini de tebrik ediyoruz hizmetleri için.
    Selamlar

  2. İlginiç bir tesbit:
    “Baksanıza, Hikmet-i Hüda, ?ehven-i şerri?mizi bile ?hikmet-i hükûmet?in dışında seyrettiriyor. Boğazımıza çöken haricî cereyana âlet olmaktan onu bile koruyor. Kenara çekip, merkezin mahiyetini ibretle seyrettiriyor.?

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*