Türkiye tıkandı…

Image

Tıkananın Türkiye değil, belki iktidar olduğunu söyleyeceksiniz. Siz de haklısınız. Öyle veya böyle büyük bir tıkanma ile karşı karşıya kaldığımızı kabullenmek zorundayız. 28 Şubat’ın bir neticesi olan bugünkü Meclisin ilk günlerinde de aynı hususlara dikkatleri çekmeye çalışmıştık.

Teori ile pratiğin örtüşmeyeceğini, millet iradesi üzerine oturmayan hükümetlerin başarılı olamayacağını, gelişen dünya şartlarını doğru okuyamayanların neticede kaybedeceklerini ve millete de kaybettireceklerini defaatla söylediğimizi, okuyucularımız iyi hatırlarlar.

Doğrudur, Türkiye’yi tıknefes yaparak harekât alanını bitiren mevcut hükümettir. Yanlış parametler kullanarak bu neticeye gelen hükümet, bedel ödemekten kaçarken, ödeyemeyeceği bir bedel ile karşı karşıya kalıyor. Yanlış parametreler kullanılmıştır. Hükümette siyaset yapmakta olan kadroların ekseriyetinin gençliğinin Kemalizmi tenkit ile geçtiğini arşivler gösteriyor. Haklıydılar. Hürriyete koşan, şeffaflaşan ve fert haklarını öncelikli sıraya alan bir dünyada Kemalizmle bir yere gidilemezdi. Bir kelepçe idi Kemalizm. Ne İslâm dünyasına yaklaştırmıştı Türkiye’yi ve ne de hürriyetperver medenî Avrupa’ya…

Fakat hepimiz arkamızda bıraktığımız yedi sene zarfında gördük ki; hükümet hem dahilde ve hem de hariçte atabileceği adımlara karşı kendisini Kemalizm kelepçesiyle mahkûm etmiştir. Ayaklarında zincir, bileklerinde kelepçe ve başının üzerindeki yağlı kemend ile yapılacak ne varsa onu yaptı hükümet. Bundan ötesine “Atatürkçülük felsefesi” müsaade etmeyecektir.

Buna rağmen Atatürkçü mesajlar vermekte ısrar ve sebat eden hükümetin Avrupa Birliği, Ermeni barışı, Kürt açılımı, Heybeliada Ruhban Okulu, kamudaki kadınlara tesettür hürriyeti ve çocuklarımıza dinî terbiye ve Kur’ân öğretme hürriyetleri istikametinde Kemalistlere rağmen milletin faydasına adım atacak hali kalmamıştır. Meclisteki mevcut Kemalist partileri bahane ederek “konsensüs”ün arkasına sığınmasının sebep de budur.

Dış politikadaki parametreler de çok yanlıştı. 12 Eylül ile Türkiye’yi kaosa sürükleyen kadrolarla işbirliğine gittiler. Sonra da 11 Eylül’ün mimarlarıyla bütün kapıların kendilerine açılacağını zannettiler. Hükümetin Avrupa ve Amerika’daki ilk “samimî” muhataplarını hatırlarsınız. Bunların neocon ve neoliberal kadrolardan gelmeleri hükümetin geleceğini iyice kararttı. Bir bölümü elleri kanlı vampirler, diğerleri ise cambaz, hırsız ve haydutlardan oluşan Batılı muhataplarını tanıyamadılar.

Ahmet Davudoğlu gibi iyi niyetli ve kabiliyetli bir insanın Dışişleri’ne gelmesinin dahi, hükümeti bu tıkanmışlıktan çıkarması zor. Daha ziyade teori adamı olan Davudoğlu, doğrularının pratikte neden ortaya çıkmadığını tecrübe ederek görecek. İnisiyatifin hükümette olmadığını, haricî ve dahilî hakim cereyanların iradesiyle işlerin yürüdüğünü kendisi de görmeye başlamıştır diye düşünüyoruz.

Kuruluş temeli yanlıştı…

Hükümetin temeldeki en büyük yanlışlarından birisi, 28 Şubat sürecinin tahrip ettiği zemini tamir etmemesiydi.

Kemal Derviş’in noter sür’atinde yerle bir ettiği prensiplerle Londra´nın “başarılı” fon yöneticisi Mehmet Şimşek doğru bir neticeye gidemezdi. Her meselede kamuoyunun çok arkasında yürüyen hükümetin, bazı global çevrelerin çıkarlarını ilgilendiren işlerde fevkalâde erkenci olması, milletin gözünden kaçmamıştır.

Dışarıdan Troçkici ve Freudist cereyanlarla, içeride Kemalizmle bu kadar yakın çalışan bir hükümete ne hürriyetperver Avrupa ve Amerika ve ne de müdakkik Asya ülkeleri emniyet edemediklerinden, yardım ellerini de uzatamıyorlar.

Hükümetin, Avrupa’nın kriminal, yankesici ve haydut olarak nitelediği çevrelerle aynı karede görünmesine rağmen, mâlûm medyanın Türkiye efkâr-ı ammesine şimdilik şirin göstermesi, hepinizin bildiği geçici bir vakıa… Bu arada Kemalizmin Avrupa’yı da aldatan “modern, çağdaş ve bilimci” maskesinin Avrupa Birliği Komiserlerince düşürüldüğünü, duymayanlara bir kez daha duyurmuş olalım.

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*