Türkiye’siz AB, amacına tam ulaşamaz

Yılını şu an hatırlamıyorum. Viyana’da verdiği bir seminerinin ardından Prof. Bünyamin Duran Bey’le bir yazışmamız olmuştu. O günlerde ilgiyle takip ettiğim bir konuydu, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışı..

Onun bize yazdıklarından; günü gelince lâzım olur diye kaydettiklerime göre; eski Hollanda Başbakanlarından biri, bir konferansta Avrupa Birliği’nin üç amaç için kurulduğunu söylemiş..

Birincisi: Tarihî Katolik-Protestan düşmanlığını hafifletmek.

İkincisi: Alman-Fransız düşmanlığını hafifletmek..

Üçüncüsü: Batılı-Müslüman düşmanlığını hafifletmek..

Hâlâ toplumlarda inanılmaz boyutta var olan din ve mezhep ayrımcılığı ve nefretin giderilmesinde, yani ilk iki amaçta bir miktar başarılı olduklarını söylemiş.

Üçüncü amacı ise, ancak Türkiye’nin üye yapılmasıyla gerçekleştirmeyi umduklarını vurgulamış..

Bir bakar mısınız, Avrupalı bir yetkilinin ağzından Türkiye’ye altın tepsi içinde sunulmak istenen fırsata.. Bakar mısınız, Avrupa’nın Türkiye’ye atfettiği göz kamaştıran misyona.. AB’nin kuruluş amaçlarından biri olan Batılı-Müslüman düşmanlığının giderilmesi veya en azından hafifletilmesi noktasında Türkiye’ye umut bağlanıyor.

Hollanda eski Başbakanı gibi daha yüzlerce Avrupalı lider vardır ki, AB’nin bu çok mühim amacının ancak Türkiye ile gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Fakat bugünkü Türkiye’nin iç ve dış politikası böyle devam ettiği sürece onlar da bu inançlarını kaybetme noktasına gelecekler gibi..

Sayın Duran’ın şu ifadeleri ise tam da bugün geldiğimiz manzaranın resmiydi.

Fakat o, kabahati Avrupa siyasetçilerine yükleyerek şöyle diyordu:

“Gelinen nokta umut kırıcı maalesef. Ben de ısrarla Türkiye’nin üyeliğini savundum. Entegrasyonumuz, oradaki otuz milyon Müslümana güç vereceği gibi, toplumların birbirini daha yakından tanıması ve önyargılardan kurtulmasını sağlayacaktı. Ama maalesef Batılı siyasetçiler, medyanın ürettiği rüzgârın etkisine o kadar açıklar ki bunlardan yüce eylemler ve kararlar beklemek beyhude gibi.”

Belli ki hocamız, Hollanda eski Başbakanı gibilere bakarak umudunu korumak yerine, Türkiye ve İslâm karşıtı siyasetçilerin menfi propagandalarına bakarak umutsuzluğa kapılmıştı, tıpkı Türkiye iktidarı gibi.

Ama olumlu bir bakışla da, iktidarın Avrupa tavrına ayar vermek istiyordu. Şöyle diyordu: Tam üyelik şimdilik mümkün görünmese de; tam kopmadan özel ilişkiler çerçevesinde dostluğumuzu sürdürmeliyiz. Tam kopmamız; milyonlarca insanımızı belirsizliğe ve asimilasyona itmemiz demektir. Açıktan düşmanlık, telâfisi güç yaralar açabilir diye düşünüyorum..

“İSLÂM EN İYİSİ, AMA BİZ EN İYİSİ DEĞİLİZ”

Merhum Aliya İzzetbegoviç, 1997 yılında Tahran’da yapılan İslâm Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilâç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin ‘çürümüş Batı’ propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli.

Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda.

Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum.

İslâm en iyisi, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz.

Kur’ân bize emrediyor:

‘Hayırlı işlerde yarışınız!’”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*