Türklerle Almanların kader birliği

Image
Planlı, bilinçli ve siyasî dehalara dayalı bir kader birliğinden bahsetmiyorum. Üzerlerinde bulundukları coğrafyalardan, içine düştükleri tarihî hadiselerden az da olsa karakteristik özelliklerinden kaynaklanan tenasüplerden bahsetmek istiyorum. Son zamanlarda Alman ve Türk olmadıkları halde “Almancılık ve Türkçülük” oynayanların tiyatro gösterilerinin mahiyetini anlayamayan avamda yeniden panik başladı. Malûm medyanın manşetlerine ve bazı köşe yazılarına düşen yansımalarla ciddî ciddî bir Alman–Türk düşmanlığının varlığının telâşına düştüler.

Almanlarla Türklerin beraberlikleri haksızlıklara, siyasî oyunlara ve tarihî yağmalara karşı bir ittifak olduğundan; fıtrîdir, sağlamdır ve kolay kolay çözülmez. Şam Emevî Camiini Johannes Paul’den çok önceden Alman İmparator II. Wilhelm ziyaret ettiğinde, Cami haziresindeki Sultan Selâhaddin’in türbesi önünde tarihî bir konuşma yapıyor: “Padişah ve sath-ı arzda yayılmış ve onu halife bilen 300 milyon Müslümanlar emin olalar ki Alman İmparatoru ilelebed onların dostu olacaktır.”

Bu dönemler, Materyalist Avrupa’nın semavî dinlere ve bilhassa İsevîlere fikren hayat hakkı tanımadığı dönemlerdir. İngilizlerin hasis menfaatleri uğruna dessasane bir şekilde bu materyalizm dalgasını kullandığı zamanlardır! Osmanlı Padişahı İngilizin tasallut, hile ve oyunlarından kurtulmak üzere daha ziyade Almanlarla çalışmaktadır. Avrupa teknolojisinin Osmanlı ülkesine girdiği mecra, Alman mühendislerinin oluşturdukları büyük projelerdir: Şark Demiryolları, Hicaz Demiryolu, Galata Köprüsü, yeni fabrikalar ve başka eserler Almanlar tarafından yapılmıştır, o günlerde…

İttihatçıların iktidara geldiği dönemlerde bilhassa Türk ve Müslüman olmayan Selaniklilerce devlet içinde başlatılan “Türkçülük” hareketinden en çok etkilenen Almanlar olmuş. Sultan Abdülhamid’e verdikleri destek ve bunca zamandır imparatorluk içinde Selaniklilerin iktidarlarına mani olduklarından suçlu bulunan Almanya’nın çocukları, çeşitli hile ve oyunlarla Osmanlı ülkesinden Türkçü ittihatçılarca kovuluyorlar. Osmanlı devletinde iş yapma şartları arasına “Türkçe konuşma ve yazışma” mecburiyeti getirilince, Alman işveren ve teknoloji elçileri kendilerini ofsaytta buluyorlar.

Selaniklilerin Ankara’yı mekân ittihaz ettikleri ve ülkenin her meselesini istibdatları altına aldıkları dönemlerde, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’dan Türkiye’ye kaçan Alman aydınları ve prof.larının Türk halkına ve millete ne kadar faydaları dokunduğu araştırılmalıdır. Almanya’nın deve dişi gibi ilim adamları uzun süre Türkiye’de kalarak canlarını kurtarıp ve lüks içinde yaşadıkları halde, Türk milletinin istifade edebileceği kalıcı ve Türkiye’ye ufuk açıcı bir projenin onlarca meydana getirilip–getirilmediği de araştırılmalıdır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Almanya’nın dehşetli bir harbin külleri arasında tekrar yükselmeye başladığı dönemlerde, işçi ihtiyacını Türkiye’den karşılaması da her iki milletin kader birliğinin bir başka örgüsüdür. Kırk küsûr senedir Almanya’da barış içinde yaşayan ve Anadolu’da bulamadıkları din ve vicdan hürriyetini bu ülkede bulan işçilerimizle Almanlar arasında çıkartılmak istenen sürtüşmenin arka plânını öğrenebilmek için, hadiseleri bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Bilhassa Avrupa dinsizlerinin, İslâma olan düşmanlıklarına Türkleri bahane etmelerinin asıl sebebini, yine bir araya getirilecek kırk küsûr senelik resimlerin birleştirilmesiyle ortaya çıkar. İsevî dinini kültürünün mayası kabullenmiş Almanya, bir başka semavî din olan İslâmiyeti hayatının kıvamı olarak kabullenmiş Türklerle kesinlikle çatışma içine giremez. Zira her iki coğrafyadaki halkları birleştiren ve millet haline getiren; İslâmiyet ve Hıristiyanlıktır. Bu milletlerin bindikleri dalı kesmelerini beklemek, elbette akıllılık olmaz.

Almanlarla Türkleri bekleyen büyük vazifeler var. Avrupa’daki barışın kilidi olan Almanya’ya mukabil, Türkiye’nin dünya barışının kilidi olduğunu zinhar unutmamak gerekiyor. Her iki ülkedeki ukdeler; barış içinde ve cesurane bir şekilde Alman ve Türk aydınlarınca açıldığı takdirde, dünyadaki kan ve gözyaşının çoklukla duracağını iddia etmek; doğru tarihi, günümüz, yarın ve geleceğimizle mukayese etmek anlamına da geliyor.

Gerek Türkiye’de ve gerekse Almanya’da ipleri millet iradesinde olmayan medyanın hadiseleri Avrupa’nın saldırgan dinsizlerinin isteği istikàmetinde resimleme ve yorumlamaları, sıkıntıyı arttırıyor ve avam arasındaki paniği ziyadeleştiriyor. Bazı Türk düşmanı geçinen politikacıların, icraatları neticesinde zararı en çok Almanlara verdiğini de burada belirtelim: Aile Bakanı Ursula Von Leyen gibi… Türkiye’yi hergün bayraklarla donatarak millete kaygı yaşatan ve Hıristiyanları ve Avrupalıları düşman ilân edenler de bizim Von Leyenlerimiz. Selaniklilerimiz biliyorlar ki, AB ortamında keyfî istibdatları sürdürmek ve milletin malını hilelerle çalıp gasp etmek mümkün olmayacaktır…

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*