Eğer denilse ki: “Onlardaki saffet ve ahlâk-ı hasene bizde yoktur ki, taklit mümkün ola!”
Ben derim: Meyl-i terakkînin ikazıyla bizdeki tenebbüh-i efkâr ve telâhuk-i efkârdan hâsıl olan tekemmül-i mebadi ve ihata-i medeniyet bu saffet ve ahlâkın yerini tutar. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bu cevabı ispat eder. Medeniyet-i İslâmiyenin medeniyet-i hâzıradan farkı, yalnız menahî ve rezâil ve esaret-i nefisten mendir. Hem de kamet-i merdane-i istidad-ı millîmize kadınların libası gibi süslü sefahat ve hevesat yakışmıyor. Zira, bir erkek bir kadının kametinden istihsan ettiği libası giyse rezil olur ve bilâkis…
Elhâsıl: Çürük olan mesavi-i medeniyeti hudud-i hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriat ile yasak edeceğiz; tâ ki medeniyetimiz bu âb-ı hayat-ı şeriat ile gençliğini ebedîleştirsin. Eğer medeniyet-i İslâmiye bir cism-i nâmî olsa, şeriat deveran-ı demi ve diyanet de hararet-i gariziyesi olacaktır. Hem de, Şeriat-ı Garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir.
Maruf umum enbiyanın memalik-i Osmaniyeden zuhuru, kader-i İlâhînin bir işaret ve remzidir ki, bu insanların makine-i tekemmülâtlarının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Rumeli çiçekleri ziya-i diyanetle neşvünema bulacaktır.
Binaenaleyh, her bir mü’min i’lâ-i kelimetullaha mükelleftir. Ve bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakkî etmektir. Ve a’dâ-i terakkiye karşı herkes cihada mükelleftir. Ve en büyük düşman, gayr-i mahsus ve dâhilî düşmandır. O da üç büyük müthiş düşmandır: Birincisi fakr, ikincisi cehil, üçüncüsü ihtilâftır. Bu üç düşmana cihad etmeye dinen mükellefiz.
Üç elmas kılıcı elde etmek lâzımdır. Birincisi muhabbet-i millî, ikincisi ittihat, üçüncüsü maariftir. Cihad-ı hariciyeyi İslâmiyetin hakaik-ı ulviyesinin berahin-i kàtıasının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Bu zamanın cihadı, muhabbet ve tahabbüpledir, tahvif ile değildir.
“Velâ tecessesû / Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın.” (Hucurat: 12) nass-ı celîlin muhalefetiyle, hafiye havfıyla kimse hakkıyla iktidarını sarf edemezdi. Ve âyetin nısf-ı âhiri: “Birbirinizi gıybet de etmeyin.” (Hucurat: 12) Gazeteler muhalefet ederek, eski hafiyeler gibi, herkesin fikrine bir ıztırap ve tereddüt ilka etmiştir. Amma vâesefâ, ifrata müstait olanlar tefrite de kabil oluyor.
Ey ulema, size hitap ediyorum! Şöyle ki:
Her zamanda âlimler, ümera-i müstebideyi takliden her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle bir nevî istibdat gibi yapıyordu. Şimdi meşrûtiyettir; hâkim, şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir. Siz de ilimde bir nev’î meşrûtiyeti takip ediniz. Zira istibdat hâsılât-ı terakkiyi istihlâk ile insanları mazi tarafına döndürüyor.
İstibdat istikbale istidbar ediyor. Katre katre su, müteferrik kalsa kuruyor, tecemmu etse bir havz-ı âb-ı hayat oluyor.
Bunu da ilâveten söylüyorum ki: Sırf maneviyat, atlamaya benzer; teâvün-i kuvvet tesirsizdir; bin ve bir, ikisi bir. Amma maneviyatın mebadisi maddiyattan olduğundan, büyük taşı kaldırmaya benzer, teavün ve tedavül-i efkâra muhtaçtır. Böyle makamlarda “Bir bütün için geçerli olan hüküm, her fert için geçerli olmaz” denilir. Avrupa, bu sırra ve sırr-ı taksim-i a’mâl esâsına binaen, o harikulâde terakkiyatı ve maarifi tesis eylemişler.
Hem de efkâr-ı âmme meşverette feverân etse, hâr u haşak makamında olan bazı akaid-i batıla ve fırak-ı dâllenin bid’atları–-ki, umum ehl-i İslâm’ı dağdar-ı teessüf etmiş–-ve daha çok seyyiatın sahiplerinin taassup veya dikkatsizlikle hâsıl olan cehl-i mürekkebin menşe-i galatlarının beyanıyla izale ederek, safî ve berrak hakaik-ı İslâmiyeyi bütün efkâr ve kulûba icra ve isâle edecektir.
Eski Said Dönemi Eserleri, s. 43
Benzer konuda makaleler:
- İstibdat, terakki hasılatımızı tüketiyor
- Bediüzzaman’dan medeniyet telâkkileri
- Cihadımız; cehalet, fakirlik ve ihtilâfa karşı
- Adalet, mukteza-i diyanet
- Yaşasın ittihad-ı millî; ölsün ihtilâf
- Haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek
- Meşrûtiyet, adalet ve meşveretten ibaret
- Dünya için din feda olunmaz
- Cumhuriyet adâlet ve meşverettir
- İslâmiyet, adaleti ve hakikî hürriyeti câmîdir
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun