Uhud beklentisi…

Image
 Biz, bize bir yazı, bu… Doğrusu Uhud´u bilenlerle bir hasbihal. Uhud´un mahiyetini bilip Celâl–Cemâl tecellisini iç içe kavramak isteğinde olanlarla bir sohbettir, bu yazı…
Sahabenin ilk mağlûbiyeti… Herşeyin yolunda gittiği düşünülürken, durumun tersine dönerek Müslümanların en sevdiklerini ‘Dağ´ın eteğine defnettikleri bu savaşı, ümmet hiç bir zaman unutamadı. Hatta Uhud´u hayatın geneline dağıtarak, vazifesini yapmadığında “O endişe” ile çırpına geldi.

Efendiler Efendisi Uhud´un akıbetini belki de gördüğünden “Ayneyn Tepesine” gözcü okçular yerleştirmiş. Sıkı sıkı tembihle; kendilerine haber verilmeden, netice ilân edilmeden vazifelerinden ayrılmamalarını emretmişler. Son günlerde müteyakkız Müslümanlar mütemâdiyen “Ayneyn” vurgusunda bulunuyorlar. Müslümanların aslî görevlerini terkedip “dünyevîleşmemeleri!” için ihtar üzerine ihtar çekiyorlar. Efendimizi dinlemeyip ‘meydan’daki ganimete koşan Ayneyn Muhafızlarını gözetleyen Halid Bin Velid, İslâm Ordusunu arkadan saracaktı… Ellerindeki zafer kuşu, emre uymayanların yüzünden uçup kaçacaktı…
Yazımızın başlığı belki de “Uhud Süreci” olmalıydı. Fakat mücadele bildiğimiz gibi seccal… Yâni dönüşümlü… Gâlibiyetle mağlûbiyet birbirini kovalıyorlar. Yakın tarihimizin veya neslimizin UHUD SÜRECİNİ 12 Eylül´le başlatanlar galiba haklılar. O dehşetli ihtilâl öncesindeki dindarlarımızın veya bazı dinî cemaatlerimizin dinden gelen hassasiyetlerini hatırlıyoruz da… Peki sonra ne oldu? Ahirzaman fitnesinin baskısıyla iman zafına uğradık. Ve DÜNYA SEVGİSİ imanın coğrafyası olan kalblerde filizlenmeye başladı. Dünyevîleşme derin nifaklarla gelerek bizi Takva, Kur´ân ve İman siperinden kopararak ahirzaman dinsizlerinin hazırladıkları “YENİ HAYATLAR” sahrasına uçurdu… Yukarıda arzettiğimiz gibi, hezimet de, galibiyet de devamlı değildi. Bir med–cezir halinde bu günlere geldik. Yalnız sürecin tekrar Celâlle bizi sarsacağından korkarak bu yazıyı yazıyoruz. Dindarları ve bilhassa bazı dinî cemaatleri DÜNYEVÎLEŞME değişimine sokan siyasî iktidarın Müslümanlara vermekte olduğu dehşetli zarara dikkatinizi çekmek istiyoruz. Belki de uyanır ve O´nun rahmetini celbederiz.

AYNEYN TEPESİ VE BİZ…

Okçuların en büyük vazifesi yerlerinde sebat etmekti… Resulullah´ın yerleştirdiği yerlerinde… Peygamberimizin bize ulaştırdığı dinin “olmazsa olmazlarını” müdafaa da bizim vazifemiz değil miydi? Şeair-i İslâmiyeyi süfyâniyetin tasallutundan kurtaracağımıza söz vermiştik. Yeni nesillerin imanını altı erkânını hazmederek İslâmiyeti nefislerinde tatbik edecekleri güne kadar bu yolda mücadele edeceğimize her yerde, hatta Kâbe´de ve Arafat´da yemin etmişlerdi, dinî cemaatlerimiz…

Siyasî iktidarın tanıdığımız kişilerden oluşması, bürokasiye dindar insanların taayin edilmesi ve bazı dinî cemaatlere devlet imkânlarının sunulması, Allah´a ve Resulullah´a verdiğimiz vazifeyi bize ifa ettirmiş miydi? Bazı dindarların ve cemaatlerin; hedefi ve maksadı vuzuha kavuşmuş şu AKP iktidarına pervane olmalarına şaşırıp kalmamak elden değil…
Veyahut meseleye şu adeseden bakalım.
İhtilallerin dinî terbiyeye okul öncesinden ta üniversiteye kadar getirdiği yasaklar kalktı mı? Bu milletin çocukları iman ve İslâmını nerede öğreniyor?
Daha öncelerinde cemiyete musallat edilen fuhuş, sefahet ve her türlü haram hayatlar, global cereyanlar ve medyanın yardımıyla ülkeyi yangın yerine çevirmedi mi? Bu arada sefahet ve rezâletin kanunla koruma altına alındığını ve medya ile normalleştirilmeye çalışıldığını da biliyoruz.
Dindarlarımız ve dinî cemaatlerimiz zenginleştikçe, mabedlerinde ve dinî mekânlarında azalma olmuş. Bu iktidar, cami inşaatlarını dörtte bire indirmiş. Zaten özel vakıf mülkiyetli camiilere de müsaade edilmiyormuş…
Ahirzaman dinsizliğinin en büyük hedefi “Kadında tesettürün resmî ve gayr-ı resmî” kaldırılması olduğunu biliyoruz. Kamusal alandaki yasaklara ilâveten diğer yerlerde istiskal edilen tesettürün hal-i pürmelâli şiddetlenerek devam ediyor.
Düne kadar burnunu yabancı erkeğe göstermekten hayâ eden bazı cemaat mensubu kadınlarımızın geçirdikleri değişim ve yeniliği hep birlikte seyrediyoruz. Bu arada Kemalizm – neolibarel şarapnelleriyle paramparça olan Türk ailesini de unutmayalım. Bazı yerlerde yüzde beşyüze varan boşanma hadiseleri…
Bin senden beri “Ya Şehid Ya Gazi!” nidalarıyla Kur´ân´a bayraktarlık eden Peygamber Ocağı Türk Ordusunun kapısı “dindar Türk çocuklarına” tamamen kapatılmış.
Milyonlarca Türk insanı gülünç “asgarî ücretlerle” dinsiz global tüccarlara peşkeş çekilirken, millet üç beş haricî tüccara adeta teslim edilmiş. Dünyanın en pahalı doğal gazı, gıda maddeleri ve diğer zarurî ihtiyaçlar maalesef bu fakir millete ödettiriliyor.

Yukardan beri saydığımız mağduriyetlere karşı AKP iktidarı bu milletin dinî değerleri, ahlâkı, geleneği ve kültürüyle ilgili kalıcı ne yaptı…Müslümanlar ve bilhassa bazı dinî cemaatler hangi vazifelerin başındayız? Sahip olduğumuz dünyevî imkânların yalnızca yüzde onunu O´nun yolunda sarfetsek, düşman okçuları “AYNEYN”i geçebilirler miydi? Bu milletin evlâdından dinimize ve çocuklarımızın terbiyesine harcamak üzere  topladığınız ve ayrıca siyasî iktidardan rüşvet olarak aldıklarınızın yarısını Resûlullah´ın yoluna harcasanız, efkâr-ı amme de nuranî bir inkılap olur, kanaatindeyiz.
Mevzuya girerken mahremiyetimizi hatırlatmıştık. Biz bize bir hasbihaldi… Müslümanların şefkatlerine sığınarak kendimizi sorguya çekmek zorunda olduğumuza inanıyoruz. Dünyevîleşmenin hizmetleri holdingleştirdiği bir zamanda, nefsimizin amellerimizin üzerine kapattığı ince şalı kaldırmak zorundayız. Şayet UHUD´a yakalanacak olursak, zaten hadiseler her şeyi açığa çıkaracak. Ümidimiz küçük sarsıntılarla uyandırılacağımızadır. Belki de düşman hurmalıklara yaklaşarak ‘AYNEYN´i henüz kuşatmamışlardır. Her dindârın “aslî vazifesine!” açılan çağrı görevi dinî cemaatlerde olsa gerek. Öyleyse herkesten önce dindarlar ve bilhassa dinî cemaatler uyanmak zorundalar.

 

Image 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*