Ülfetsiz bir nebze tefekkür

Her gün gördüğümüz, üzerinde düşünmeden bakıp geçtiğimiz ayrıntıları, mükemmellikleri ve güzellikleri üstünkörü, sathî bir nazarla geçiştiririz. Kâinatta her şey, her varlık bir sistem içerisinde son derece sanatlı, estetik ve büyüleyici bir güzelliğe sahip olarak yaratılmış olduğu gibi, her an üzerinde tasarruflar, süreklilikler, değişikliklerle itina ile devam edip gidiyor. Her zerresi sonsuz hikmetlerle, rahmetlerle donatılmış bu âlemdeki hakikatleri insanlar ülfet ve ünsiyet perdesi ile görüp fark edemediği için, Kur’ân-ı Kerim insanları devamlı okumaya, düşünmeye, akıl etmeye ve tefekkür etmeye çağırıyor.

 

Her gün etrafımızda olup da dünya meşgalesi, ihtiyaçlar, hırslar, umursamazlıklar, vurdumduymazlıklar ve tembellikler nedeniyle fark edemediğimiz güzellikleri düşünürken, çalıştığım iş yerinde gördüğüm bir durumu hatırladım. Her sabah mutad olarak katlarda dolaşılır, her meslek sahibi kendi branşı ile ilgili yaşlı insanlara hizmet götürür. Doktor, hemşire, fizyoterapistten teknisyene, temizlikçilere ve bakıcılara kadar herkes katlarda görüşmeler, konuşmalar, hizmetler ve çalışmalar yaparlar. Üçüncü katta en sondan bir önceki odada kalan yaşlı, zayıf, küçük yapılı, gözleri görmeyen, ihlâslı, mütevazi ve mübarek bir Kezban Teyze var. Onun ilmi, okumuşluğu ve fazlaca dinî bilgisi de yok. Ancak o her sabah ezanlar okunurken kalkar, eline tespihini alır yaklaşık dört-beş saat kendine edinmiş olduğu virdleri usanmadan, yorulmadan söyler. (Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber, estağfirullah, Kelime-i tevhid, Kelime-i şahadet, salâvatlar, duâlar, vb.) İlk günlerde onun bu gayreti, ihlâsı ve sebatı tüm insanları etkiledi, hayrette bıraktı. Herkese ibret oldu, belki de örnek bir davranış olarak insanları ibadete teşvik etti. Üzerinden uzun zaman geçti. Aynı gayrette zikirlerine devam eden Kezban Teyze. Ancak ilk günde Kezban Teyzeyi görüp hayran olan, iltifatlar eden insanlar onu neredeyse görmeyecekleri kadar ülfet ve ünsiyetle sıradan, normal bir davranış gibi, zaman içerisinde algılamaları ve intibaları değişti. Kezban Teyze de zaten Allah’tan başka birileri görsün, duysun, bilsin ve iltifat etsin diye duâ ve zikir etmiyor. Kalbini, ruhunu ve bütün duygularını manevi gıda ile doyurup her şeyi, sevgiyi, muhabbeti ve marifeti Cenâb-ı Allah’tan bekliyor. Bunun gibi “Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp O’nu tesbih etmesin”1 âyetiyle bizlere bildirilen mevcudatın ve mahlûkatın zikirlerini, tespihlerini gözden, gönülden uzak tutup unutuyoruz.

Bir arkadaşıma oturduğumuz yüksekçe bir yerden, kıpkırmızı renkleriyle büyükçe bir tarlayı tamamen kaplamış gelincik çiçeklerini gösterdim. O tarafa defalarca baktığı halde rengiyle, desenleriyle ve güzel bir halı gibi tarlayı kaplamış çiçekleri fark etmediği söyledi. Ben de bu siyah topraktan bu tarlayı renkleriyle örtmüş çiçekleri fark etmediğimiz gibi, gözümüzün önünde olup da gaflet ve dalgınla bakıp da göremediğimiz nice güzelliklerin olduğunu hatırlattım. Her şeye mânâ-yı ismiyle değil, mânâ-yı harfi ile yani Allah namına nazar etmek gerektiğini; O’nun sanatı, icadı, yaratması, rahmeti, hikmeti, O’nun isimlerinin yeryüzünde tecelli etmesi olarak mahlûkata ve mevcudata tefekkür ederek, bakarak hakikatleri anlamanın insanı yücelteceğini konuştuk. Risâle-i Nurlarda tarif edildiği gibi pencerelere bakmanın ötesinde pencerelerden bakarak, ülfet perdesini yırtarak kâinata, olaylara ve mevcudata bakılmasının önemi üzerinde durduk.

Milyarlarca seneden beri, her gün doğan güneş, üzerinde yaşadığımız dünyamızın hareketleri, baharın bin bir güzelliklerle “bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla (yiyeceklerle) doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçare (çaresiz) zihayatlara (canlılara) getiren..,”2 ve her an varlığını ve önemini düşünmeden teneffüs ettiğimiz hava, su, hayat, sağlık nimetleri gibi, saymakla bitiremeyeceğimiz binlerce, sayısız güzelliklerin var oluşu, işlemesi, çalışması, üretmesi, çoğalması sistemli, nizamlı ve intizamlı şekillerde meydana gelmesini etrafımıza dikkatlice bakarak görüp yakalayabiliriz. Risâle-i Nurları okuyanlar gözlerdeki ülfet perdesini, sanki bir katarakt ameliyatı olmuş gibi yırtar atar. Sineğin gözünden, pirenin midesinden, bitkiden, hayvanlardan, insanlardan ta galaksilere, gezegenlere kadar uzanan tefekkür ufkunda Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini, sanatını, eserlerini görmeyi, düşünmeyi ve ibret almanın lezzetini kalbilerinin derinliklerinde hissederler. Görünen ve görünmeyen her şeyin insanlar tarafından bakılıp, okunup, anlaşılması, düşünülüp ve tefekkür edilerek, eserlerine bakarak Allah’ın kudretini ve ilmini tanıyarak, O’na olan hayranlığımız, imanımız ve inancımız sayesinde hakiki kul olmamız ve eşref-i mahlûkat seviyesine terakki etmemiz gerekiyor.

Dipnot:

1. İsrâ Suresi, 44

2. Meyve Risâlesi, Altıncı Mesele

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*