Unsurların hücumu

Hava, su, toprak ve ateş… Bildiğimiz hayat bunlarsız olmuyor. İnsana hizmet eden, şu görünen hayatın devamına sebep kabul edilen unsurların, efendileri konumundaki insana “hışımla dönüşünü” zaman zaman seyrettikçe, kendi mahiyetini bilmeyen insanın aczini, fakrını ve perişanlığını düşünmeden olmuyor.

Yüzünü ve saçlarını müşfikçe okşayan, teneffüsünü sağlayan ve bahçelerdeki sebze-meyvelerin nesillerinin devamına yardımcı olan hava; aynı insanı içinde yaşadığı saraylarla param parça ettiğinde şaşırmaz mısınız? Ya su? Herşeyin yaratılış temelinin özünü teşkil eden müberek unsur… Güzelliği, berraklığı, akışı, duruşu, zemzemesi, şırıltı ve şıpıltısı ile kelime ve zevk dünyamızın önemli bir yerini kaplar. Munis, tatlı, cazip ve latif bu unsurun kükreyerek yine aynı insana saldırışını ekranlarda seyrettikçe “Sübhanallah!” dememek için eşekten aptal, şeytandan ahmak, Nemrut’tan ve Firavun’dan anud olmak gerekmez mi!

“Toprak kadar mütevazi” veya “toprak gibi ol” sözlerinin mânâlarını elbette biliyorsunuz. İnsanın canavarlığından ürken halk şairinin “sadık yari” olan toprağı; hep ayaklarımızın altında ezilen, mütevazi ve hareketsiz haliyle biliriz. Hakikatin öyle olmadığını ise “toprağın deprenişinde” müşahede ederiz. 17 Ağustos’ta, düz caddede yürüyen delikanlıyı o rahmet kapısı olan toprak evire çevire dövmüş, kan revan içinde hastaneye kaldırtmıştı. Toprağın kükreyişi zaman zaman kasırga ve tufanların dehşetli sadalarını bastırmıştır. Yerin derinliklerine çektirilmiş şehirlerin duydukları şaikaları duymuş olsaydık, elbette ödümüz patlardı. Bazan gülzar, bazan bostan ve bazan da bahçe olan toprağın efendisine kükreyişinin serencamının, sair unsurların tarihçelerinden daha ibretli olduğunu elbette biliriz.

Ateşe gelince… Aşımızdan evimize, bindiğimiz arabamızdan ihtiyaçlarımızı temine çalıştığımız tüm fabrikalarımıza kadar hayatımızın her kare ve saniyesinde bize hizmet eden ateşin efendisine celalle dönüşünü düşünmek uykularımızı kaçırıp iştahlarımızı kesmez mi? Onun yerin merkezinden insana doğru lavlar halindeki atılışını, bazan semadan insanın tepesine inişini tarih mükerrer defalar kaydediyor. Bir yalayışıyla ne kadar geniş coğrafyayı üzerindeki ağaç, bitki ve yapılarıyla nasıl yuttuğunu da zaman zaman görüyoruz.

Hizmetkâr efendisine isyan eder mi? Efendi efendi olduğunu bilmez, maskaralığa, şirretliğe ve ahmak çocuklar gibi davranmaya başlarsa, hizmetçiler ne yapsın? Yeryüzünün halifesi olarak ‘Allah’ tarafından yaratılan insanın Allah’ı unutması veya Ona isyan etmesi halinde, bu dört hizmetçi unsur, hizmetçiliği Yaratıcının emriyle bırakıp, Allah’ın askerleri, orduları olarak insanın karşısında yer alıyorlar. Birşey bildiğini zanneden cahil insan… Sineğe, mikroba ve karıncaya mağlup iken, kendisini ‘’hakim’’ zanneden ahmak insan… Allah’ın yarattığı tabiata ve nimetlere divanece müdahale edip dünyayı berbat hale getirirken temizlikten dem vuran pis insan… Allah, Kendisine başkaldıranlara bu unsurlardan bazan bir tanesini havale ile onların ahmak ve mağrur başlarını yerlerde süründürüyor. Tıpkı Kızıldeniz kumsalındaki Firavun gibi veya tepelerine inen ateşle ahlâksızlıklarının cezasını çeken Sodom-Gomoreliler gibi… Pazularının kuvvetine güvenerek İrem bağlarında, asma bahçelerde Hud’a (a.s.) meydan okuyanların akibeti, Yahudi kavminden, Karun’un akibetinden çok da farklı değildi.

Tarihin mahallî ve sınırlı işlediği cinayeti, zamanımız toptan ve dünya çapında işliyor. Namaz kılıp ahirete inandığı halde, Sodomluları utandıracak gazete ve tv’leri takip eden Müslüman, belki de kendisini musibetlerin dışında telakki ediyordur. Beş vakitte camide saf tutup sessizce tekbiri çeken de belki vazifesini yaptığına inanıyordur. Oysa korkularla, menfaat düşünceleriyle ve garazlar sebebiyle haksızlıklara karşı susmamız bizi Kur’an’ın tehdidinin hedefine yerleştiriyor. Musibet umumîleştiğinde kuru yaş ayrımı olmaz…

İnsan insaniyetini unutup isyana başlayınca hizmetçiler harekete geçiyor. Üç sene önce toprak konuşmuştu bu coğrafyada… Bu sene galiba konuşma sırası suda… Çin’den Batı Avrupa’ya kadar. Binlerce insan, üzerindeki coğrafyalarla gark oluyor. Yardımlarına kimler ulaşabildi ki…

Uluslararası dinsiz dinozorların cinayetleri de bu unsurların harekete geçirilmesinde sebep olabilir. Hasis menfaatleri uğruna üzerinde seyahat ettikleri bu gemiyi batırmaya kalkışan menfaat zebunları, harplerle, teknolojinin yanlış kullanımı ile ve başkalarının can ve mallarına hırslarından gelen kasıtlarla ihtiyar dünyanın duvarlarını kemirmeye devam ediyorlar. Fakat biz… Devam eden haksızlıklara korkudan ses çıkarmayan biz… Bu tavırla hem kendi istikbalimizi, hem de ülke ve dünya istikbalini tehlikeye sokan biz… Hizmetçi unsurların bize hücumunda, tüm korku ve menfaatlerimizin o dehşetli saldırı karşısında küçülüp yok olacağını bildiğiniz halde vazifemizi yapmamak bize yakışmıyor..

Allah’ım… Senin celalinden cemaline sığınıyoruz. İsyanlarımız, kusur ve ihmallerimiz elbette adaletini harekete geçirecektir. Fakat biz yine cemalinden yalvarıyoruz ki, hidayetin kalplerimize güneş gibi doğsun.. Hiçbir şey Sana ağır gelmez. Sen güzellerin en güzelisin….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*