Üretemeyenler, demokrasi ve bağımsızlığa da ulaşamazlar

ÜRETEMEYENLER, ELBETTE TÜKETİMİN BİRER DEĞERSİZ PARÇASI HALİNE GELECEKLER…(3)

Üretim ve millî bağımsızlık meselesinde, hadiseye afakî baktığımızı düşünen okuyucularımıza hak veriyoruz. Bu konudaki arayışa merkezden muhite, enfüsten afaka, fertten topluma ve eneden tabiata doğru başlamış olsaydık, neticeye daha kolay gidebileceğimize biz de inanıyoruz.

Ayrıca daha çok, halkın dikkatini çeken üretimin maddî ve geniş boyutlarına takıldık. Üretimin maddî âleme çıkışından önceki merhalelerin daha önemli olduğu gerçeğini de geciktirmiş olabiliriz. Her meselemizde elimizden tutan Kur’ân’ın zamanımızdaki yegâne tefsiri Risale-i Nur’da; akıl nimetinden başlayarak; idrakin, tefekkürün, hayâl, tasavvur, proje ve fiiliyata dökülüş merhaleleri çok güzel ve anlaşılır biçimde izah ediliyor. Yazımızın çerçevesini çok aşacağından, yalnızca Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde akıl nimetine ve ona bağlı olarak tefekkür, tezekkür ve idrak fiillerine Rabbimizin bizi nasıl teşvik ettiğini de bu vesile ile hatırlamak istedik. Bilhassa âyet sonlarındaki akıl, idrak ve düşünceye yapılan vurgular, Allah’a inanmış nurlu fikirlerin hayatımızdaki ehemmiyetini bize bildiriyorlar.

Dünyanın, milletlerin, devletlerin ve hatta ailelerin üretimdeki başarıları dönüp akıl ve tefekküre dayandığına göre, bu zinciri ferdin tefekkür ve idrakinden başlatmak gerekiyor.

Akıl nimetini inkişaf ettirmenin ve tefekkürü zenginleştirmenin yolu, Yaratıcımızı tanımak ve O’nun Zatını; sıfatları, isimleri, işleri ve tecelliyatıyla birlikte idrak etmekten geçtiğine göre, bunun için de müracaat kaynaklarına ihtiyaç duyacaktır, akıl.

Said Nursî Hz.lerinin, Peygamberimizi (asm) anlattığı On Dokuzuncu Söz’ün girişindeki tanımın, kaynak meselemizi hallettiğini düşünüyoruz.

Önce Büyük Kâinat Kitabı, sonra Kur’ân-ı Kerîm ve nihayet konuşan delil / kaynak olarak Hz. Muhammed (asm)… Hem birbirilerini ve hem de Allah’ı anlatan, izah eden ve isbat eden bu üç temel kaynağın her meselede bize öncülük ettiğine inanıyoruz. Bu üç kaynaktan istifade etmek isteyen akıl; elbette farklı okumalarda bulunacak… Mütalâalarda bulunacak… Araştırma ve tahkiklerde bulunacak… Bu muhteşem madenin işlenmesi veya işletilmesi bu üç kaynakla mümkün olduğu gibi, bu kaynaklardan istifade de ancak daimî okumalarla mümkün olacaktır. Düşünce dünyamızın bu çekirdek yaklaşımını büyüterek ağaca yöneldiğimizde; dünya medeniyetlerinin bu seyir üzerinden yükseldiklerini göreceğiz.

Kur’ân’ın önderlik ettiği medeniyetleri, çocuklarıyla, kurumlarıyla, muallim ve projeleriyle yukardaki ölçüler çerçevesinde incelediğimizde, İslâm Medeniyetinin Endülüs Emevisi başşehri Kurtuba zirvesine nasıl oturduğunu daha iyi anlıyoruz. Ve unutulmayacak diğer bir nokta… Günümüz medeniyetinin kendisiyle övündüğü Avrupa Medeniyetinin de Kurtuba’nın tefekkür tezgâhında yetişen bir şakirdi olduğuna, artık Batılı aydınlar da inanıyorlar. Skolastik Dönemi kilisesinin yanlışlarından kuvvet alarak bütün semavî dinlere itiraz eden on yedinci yüz yıl Materyalist felsefesi bu şakirtlerin yolunu saptırmasaydı, belki de hem üç yüz yıl savaşları, hem Fransız ihtilâli, hem Dünya harpleri ve hem de 21. Yüz yılın yaşamakta olduğu maddî manevî felâketler, sebepler noktasında ortaya çıkmazlardı, diyebiliyoruz.

Müslümanların günümüzdeki maddî problemlerinin kaynağında aklın veya düşüncenin; semavî dinlere karşı gelen fıtrat düşmanlarınca susturulması vardır, iddiamıza itiraz edenleriniz çıkacaktır.

Akıl ve düşünceden taassup içinde uzaklaşmış medreselerimiz ile yeni fenlere ve mekteplere arkasını dönmüş tekkelerimizin son iki yüz senelik tarihçelerinde, yukardaki iddialara cevap teşkil edecek yüzlerce uygulamanın bulunduğunu düşünerek, tekrar “ÇEKİRDEĞE” veya toplumdan ferde dönmemizin zarurî olduğuna inanıyoruz. Aklı çalıştırmak ve düşünce üretmek için okumaya, usûle ve hürriyet içindeki müdavele-i efkâra olan ihtiyacı da vurgulayalım.

Başta Türkiye toplumu olmak üzere İslâm Âleminin; okuma, tefekkür, projelendirme ve teşebbüs oranlarının, Batı ile mukayese edildiğinde gülünç yerlerde kaldığını söylememize gerek var mı? Kitap’tan kaçıp görselliğin magazinliğine sığınmış kitlelerden ancak “tüketici bir toplum” çıkar. İki dakikada köşe yazısını ve en fazla on beş dakikada bütün gazetesini okumak isteyen toplumda düşünce üretimi eksinin altına düşmez mi? Fikrî tartışmalarını çoğu zaman sosyal medya paylaşımları üzerine bina eden, hissiyatın yönlendirdiği taassup labirentlerinde hakikati araştıranların; başta “DÜŞÜNCE ÜRETİMİ” olmak üzere hiçbir üretimde bulunamayacaklarını, öznelik yerine nesnede kalacaklarını ve şikâyetlerinin ise ne ecdat ve ne de ahfad tarafından ciddiye alınmayacağını söylememiz, inşaallah yanlış anlaşılmaz.

Semavî dinlere karşı gelen fıtrat düşmanı cereyanların “GLOBALLEŞME” yolu ile dünyayı hegemonyasına almaya çalıştıkları şu günlerde, hem makro ve hem de mikro düzeyde düşünmek zorundayız. Hile, gasp, hırsızlık ve faiz ile sahip oldukları kapital ile kurulmuş “DÜŞÜNCE” enstitülerinin mahiyetini araştıranımız oldu mu? Veya çok yüksek maaş veya rüşvetlerle dünyanın en zeki ilim adamlarını belli global yapılarının emrine alan büyük şirket ve vakıflarını… Uzağa gitmeye gerek var mı? Türkiye’miz gibi maddî geliri ve demokrasisi çok zayıf ülkelerdeki “ÖZEL OKULLAR VE ÜNİVERSİTELERDE” yetişen körpe beyinlerin söz konusu globalcilerce nasıl devşirildiğini araştıran herhangi bir devlete ait “MİLLÎ BİR PROJE” biliyor muyuz?

Meseleleri afakî konuşmanın kolay olduğunu biliyoruz. Fakat çözümün enfüsî dairede, fertte, ENE’de, tefekkürde, şahsî çalışmada, güzel ahlâkta ve teşebbüsteki düğümleri çözmemize bağlı olduğunu da biliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*