Üstadımla, dünyada altı sene beraber yaşamak…

Bugün 23 Mart. Bugünün tarihi, bizim için mühimdir. Çünkü bugün, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin vefatının 61. sene-i devriyesi…

Bu Mart ayının, benim âlemimde de bir-iki hususiyeti var. 21 Mart, bizim doğum günümüz. Üstadın vefat gününde biz, 6 yaşını bitirmiş, 7 yaşına basalı üç gün olmuş. Yani dolayısıyla Üstadımızla, bu dünyada altı sene beraber yaşamışız. Ama vâesefa… onu görmek nasip olmadı. Emirdağ’ın, Bolvadin’in o zamanki çocukları gibi, arabasının peşinden koşup da, “Bediüzzaman dede!” diye bağıramadım, onlar gibi, bahtiyar olamadım. Gerçi, onun vefatından on sene sonra, Risale-i Nurlar’la tanışıp, onun saff-ı evvel talebesi ve Lem’aların meydana gelmesine sebep olan suallerin sahibi, Re’fet Barutçu Ağabeyin duâsıyla şahs-ı maneviye dâhil oldum şükür.

Her ne kadar, Üstadımızla müşerref olamamış, vicâhen görüşememiş olsam da, istikbalde gelecek bizlere; “Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yûsuflar, Ahmedler, vesaireler!..” hitabıyla, sanki bizi de ismen zikretmiş gibi, kendimizi ona muhatap olarak kabul etmişiz.

Bazen, böyle tefekkür âlemime dalınca, süfyanizmin tahribatları karşısında, Üstadımızın kahraman bir Kur’ân dellâlı olarak, cansiperâne, mücahede ve mücadelesi aklıma gelince diyorum ki; “Bu memlekette her kim, rahatça ‘Müslümanım’ diye geziyorsa, bunda en büyük pay, Üstadımındır.”.

Yardan, diyardan, serden, ocaktan, bucaktan vazgeçen o aziz Üstad, “dinsiz bir nesil yetiştirilecektir!” sesine karşı, bu milletin ve gençliğinin imansız olmaması için, hayatını vakfetmiştir.  Bu uğurda, gözünde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu olmamıştır. Hatta, öyle büyük bir civanmertlik göstermiş ki, sanki Hz. Ebubekir bugüne gelmiş ve o haykırıyormuş gibi, onun gibi haykırmış: “Gözümde ne Cennet sevdası var ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yalnız yirmi beş milyon Türk cemiyetinin değil, yüzlerce milyon bütün İslâm cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

Evet, böyle kahraman-ı İslâm bir Üstadı dünya tanıyor. Tanıdıkça meftun oluyor, hayran kalıyor. Ve onun, bu asırdaki en büyük Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nurlar’ı okudukça da, başka dinlerde olanlar Müslüman oluyor.

Onu, kendilerine bir siyasî rakip olarak görenlerin (işlerine ve siyaset malzemesi olarak kullanmaya gelince kullanıyorlar tabiî, o başka.) anlayamadığı Üstad, varsın buradakiler onu anlamasalar da, dünyanın dört bir tarafında anlaşılıyor, seviliyor, takdir ediliyor.  Eserleri, dünyanın konuştuğu, hemen hemen bütün lisanlara tercüme ediliyor. Üniversite kürsülerinde, onun ismine tezler yapılıyor, enstitüler te’sis ediliyor.   Allah rahmet eylesin aziz Üstadımıza…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*