Üstadın portresinin bütün haşmetiyle göründüğü içtimai alan

Sünûhat ve zuhurat kabilinden kalbe ihtar edilen içtimaî ve siyasî derslere göre bir yolun takip edilmesinde şer aranır mı?

Bediüzzaman gibi bir zat bir tercihte bulunmuşsa ve bu tercihini de delillendirerek izâhatını yapmış ve tam bir yol haritası çizmişse artık tereddüde düşülür mü?

Evet, siyaset sahasında Ahirzaman Müceddidinin tercihi külliyen hayırdır. “Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat” olarak Risale-i Nur’a giren bir derste -hâşa- şer olur mu?

Böyle bir tercihte şerrin ehveni bile aranmaz. Zira “ehven-i şer” olan böyle nuranî bir tercihin bizatihi kendisi değildir. Tercihin kendisinde küllî hayırlar ve nurlar vardır. Ancak siyaset sahasında bu tercihe lâyık görülen partinin hatalarına ve yanlışlarına “ehven” nazarıyla bakılabilir.

Hiç dikkatinizi çekti mi ki, “kalbe ihtar edilen hakikat”ta var olan dört partinin dördüncüsünün, yani “İttihad-ı İslâm”ın tahlili en başta hemen yapılıyor ve sonsuza havale edilircesine ucu açık bırakılıyor.

Sonrasında ise hep Demokratlığa vurgu yapılıyor, Demokratlara teveccüh gösteriliyor. Hatta Millet Partisi izahında bile, “Eğer İttihad-ı İslâm’daki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur.” görüşüne yer veriliyor.

O zaman öyle bir parti saha-i siyasette olmamasına rağmen, zikredilen ‘İttihad-ı İslâm’ mânası çok kapsamlıdır. Üstâd’ın hayatındaki çizginin üstünde yerini alan bir hakikattır.

İttihad-ı Muhammedî, İttihad-ı İslam..

Nurcular…

Bu alan, Üstâd’ın portresinin bütün haşmetiyle göründüğü bir alandır.

Ama üzülerek ifade edelim ki, siyasî çalkantılar içinde bu mâna kavram kargaşasına düçar olarak, bazen ‘Siyasal İslâmcı’ zihniyetinde ve karakterinde olanlara da izafe edildi, ediliyor. Onlara da hamledildi, ediliyor.

Bediüzzaman’ın, İttihad-ı İslâm Partisi’yle alâkalı izahatı, “siyasal” İslâmcılık yapanlarda görülüp gösterilerek, nasihat babından onlara hatırlatılıyordu. “Yahu” deniyordu, “ henüz yüzde altmış-yetmişlik dindarlık seviyesine ulaşılmadan neden meydana çıkıyorsunuz?”

Güya acele ediyorlar kabilinden ifadelerle onlar da bu kategoriye dahil ediliyorlardı..

Yine üzülerek ifade edelim ki, ilk Millî Nizam ve akabinde Millî Selâmet olarak siyaset sahasına çıkan bu zihniyete karşı, o zamanlar biz de Risaledeki “yüzde altmış-yetmişlik dindarlık seviyesini hatırlatarak, onların zamansız meydana çıktıklarını onlara hatırlatıyorduk.

Halbuki Risale’deki o ölçü onları bağlamazdı, onlar da zaten böyle ölçüyü tanımazdı. Zira o zihniyet, Bediüzzaman’ın siyasete bakışını inkâr ve reddeden bir zihniyetti.

Zaten Bediüzzaman’ın “yüzde altmış/yetmiş tam mütedeyyin” olma kriteri onları bağlamıyor. Çünkü onlar, “Bu Bediüzzaman’a göredir” demekle, “bizi bağlamaz” demişlerdir, diyorlar. Öyleyse onların bu “tepeden inme“ zihniyeti, Nurcuları hiç bağlamamalı!

O Nurcular ki, Ehl-i Beytten sayıldılar. Ve saltanat-ı dünyevîye Âl-i Beyte gelmez. “Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder.” 1

Dipnot:

1- Kastamonu Lâhikası, s. 52.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*