Üzeyir Şenler Ağabeyin ardından…

Garib bir insandı. Değişik hayat safhaları yaşamış ve fakat nurun istikameti sayesinde ayakta kalabilmişti. Aslında çok kimse bilmez, biz seyretmiyoruz ama aslını gençlik yıllarında okuduğumuz “huzur sokağı” romanı, filminin kahramanı olan “Bilal” oydu. Romanı yazan kardeşi Şule Yüksel Şenler, ağabeyinin yaşadığı hayat safhalarından bir kısmı romanlaştırmıştı. Onun ismini gıyaben, kırk küsur senedir duyardım ama bir türlü yüz yüze tanışmak nasib olmamıştı. Ta ki, o akşam mahalle dersimize getirilen tanımadığımız bir muhterem zatla tanışana kadar. O zamanlar mahalle sohbetlerimize iştirak eden iki muhterem ağabeyimiz, yanlarına bir aziz misafiri alarak derse getirmişlerdi. Mahallenin sabit cemaati olan bizler, şöyle bir yüzüne baktık, tanıdığımız, aşîna olduğumuz bir yüz değildi. Tevazukâr vaziyette oturup, yapılan dersi dikkatlice dinleyen o zatın kim olduğunu, çay arasında öğrenince şaşırmıştık.

Çay arasında, muhterem Hamid ağabey bize hitaben,”bu ağabeyimiz üstadımızın talebelerinden, Üzeyir Şenler’dir” deyince, hepimiz oraya dikkat kesilmiştik. Ve kırk küsur senedir gıyaben tanınan birisini, o akşam tanıma ve tanışma imkânı bulmuştuk. Evet, Üzeyir Şenler ağabeyimizle o akşam tanışmış, konuşmuş, hâlleşmiştik. Hem müfritane irtibat, hem de muhabbet fedaisi olduğumuzdan,  Üzeyir ağabeyimizle telefon numaralarımızı alıp-verip, münasebete geçmiştik.

Artık, vaktimiz müsait oldukça Üzeyir ağabeyle buluşuyorduk. Bir seferinde kendisine, bizim vakfımızdaki umumi sohbetimize gitmeyi teklif etmiştim. Sağ olsun bizi kırmayıp gelmiş ve kürsüde de, üstaddan hatıralar anlatmış, bu da, orada bulunan arkadaşların çok hoşuna gitmişti. Rahatsızlığından dolayı muayene için tanıdık bir doktor arkadaşa götürmüştüm. Kış günüydü, akşam hastahanede işimiz bitmiş, ama akşam namazının vakti de girmişti. “Namazı kılıp gidelim” dedik. Üzeyir ağabey imam, ben de cemaat oldum. Namazdan sonra tesbihatı ben yaptım. Gerçi ben tesbihatı, mümkün oldukça yuvarlamaz, tane tane yaparım. Yine öyle yapmıştım. Ya, benim o şekilde yaptığım tesbihat hoşuna gitmiş, ya da orada aklına geldiği için olsa gerek, üstadla beraberken yaptığı bir tesbihat hatırasını anlattı. “Kardeş, üstad tesbihat yaparken, böyle tane tane,’Ya Cemilü ya Allah!’ diye ağır, ağır yapardı” dedi.

Bir gün, “ağabey, seninle bir röportaj yapalım bize hatıralarını anlat” dedik. Önce pek yanaşmadıysa da, sonra bizim ısrarımız üzerine röportaj yapmaya karar verdik. Fakat benim ses alma cihazım yoktu. O zamanlar gazetemizin yayın koordinatörü Abdullah Eraçıkbaş kardeşimizdi. Ona sordum “nasıl yapalım?” diye. “Ağabey, Elif (o zamanlar muhabirimiz olan Elif Nur Kurdoğlu) haftaya Bursa’ya gelecek, o bir gün daha kalır, onun ses cihazıyla alırsınız” dedi. Biz de öyle yaptık. Elif kardeşimizle beraber röportajı gerçekleştirdik. Ve çok enteresan şeyleri öğrendik orada.

Daha sonra, bizim bu röportajımızı okuyan kadim dostlarımızdan Ömer Özcan bizi arayarak, İstanbul’dan İzmir’e doğru gittiklerini, Bursa’dan geçeceklerini ve kendilerinin de, hem Üzeyir ağabey, hem de üstadı gören diğer ağabeylerle konuşmaları için aracı olup, yanlarına götürmemiz için mihmandarlık yapmamızı istedi. Onları da Üzeyir ağabeye götürüp röportaj yapmalarını sağlamıştık.

Bursa’ya gelen bazı ağabeylerimizi de (mesela Fırıncı ağabey gibi) Üzeyir ağabeye götürüp ziyaret ettirmiştik. Bir müddet sonra da hastalanmış ve yatağa mahkûm olmuştu. Bu sefer ziyaretlerimizi daha çok sıklaştırmış, çoğunda da; Orhan Kaşlıoğlu, Şemseddin Kurtulmuşlar, Yavuz Selim Dayıoğlu, Mustafa Sağlık v.s gibi doktor kardeşlerimizle beraber ziyarete gitmiştik.

Vefatından bir-iki gün önce, vaziyetinin çok iyi olmadığını söyleyerek yine bizi çağırmışlardı. Biz de, Dr. Orhan beyle beraber gitmiştik. Orhan Bey muayene etmişti. Çok kendinde olmamasına rağmen, yine de bizim selamımızı başıyla alıp, biraz tebessümle karşılamıştı. Dikkatimi çekmiş ve orada bulunanlara da söylemiştim. Dudakları kıpırdıyor, zikrediyordu. Demek ki o gün, onu son görüşümüz olacakmıştı. İki gün sonra da rahmetli oldu.

Enteresan bir şeydi, 6 Nisan 1934 tarihinde doğan Üzeyir ağabey 80 sene sonra 23 Nisanı 24 Nisana bağlayan gece üstadının vefat ettiği yaşa, yakın bir yaşta vefat etmişti. Son anları da çok güzel olmuş, yine dudakları kıpırdayarak zikrederek bu dünyadan göçüp gitmişti Üzeyir ağabey. Gece ilk defa bize haber ettiler. Biz de sosyal medyadan haberi duyurduk. Sentez haber sitemize söyledik. Sabah da artık herkese haber ettik. Gündüz olunca, cenazenin nereden nasıl kalkacağına dair organize ile defnedileceği kabristanı ve diğer işleri hâllettik. Namazını kılıp defin işiyle uğraşırken, hafifçe yağmur damladığını müşahede ettik. Daha sonra Ankara ve İstanbul’dan bizimle irtibata geçen kardeşler, tam o anda oralarda acaib yağmur yağdığını ifade ettiler. Allah rahmet eylesin, makamı cennet olsun İnşaallah

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*