Üzümünü ye, sapını ters çevir

Bu yaz yaşadığım en hayret verici olaylardan biri…

Dokuz yaşındaki Ahmet Zafer’im, bir Pazar sabahı, misafirim. Birlikte kahvaltı yapıyoruz. Sonra meyve faslına geçiyoruz. Elimizde birer salkım üzüm, yiyoruz. Her zamanki gibi ben hızlı hızlı yiyip elimdeki salkımı bir kenara bırakıyorum hemen.

Az sonra Ahmet Zafer de bana yetişti. Fakat elindeki boş salkımı bir kenara bırakmadı. Öyle bir şey yaptı ki, içimi ciddî bir pişmanlık kapladı, “Daha önce bunu niye düşünmedim?” diye.

Üzüm salkımını aşağıya değil, yukarı doğru çevirip bana baktı ve:

“Dede! Tıpkı bir ağaca benziyor, değil mi?” dedi.

Bak şu Allah’ın hikmetine. Marifetli veletler, bu yeni yetmeler. Şaştım… Onca senedir en sevdiğim meyve olan üzümü büyük bir zevkle yerim. Hatta gözlerimi kapayarak, çeşitli tefekkürlerde bulunarak… İnanın, Ahmet Zafer’in bu yaptığı hiç aklıma gelmemişti. İyi bir ders verdi.

Eh, Üstadımız, seksen sene ömründe, seksen bin zâttan ders aldığını söylüyor. Hatta sinekten ve sivrisinekten bile… Biz de küçük bir çocuktan dersimizi almayalım mı? Küçüğü büyüğü yok bu işin. Ders almanın vakti yok.

Ben de hayretimden aynı üzüm salkımını elime aldım ve ters çevirip bakmaya başladım. Ondan sonraki günlerde de bu hep böyle devam etti. Önüme üzüm geldi mi, heyecanlanıyorum bu salkımdan nasıl bir ağaç modeli çıkacak diye… Üzüm salkımını yukarı doğru tutup defalarca bakıyorum. Bakmakla da kalmayıp arkasına değişik kâğıtlardan fon yapıp, hafif ışık vurdurup, koskoca bir ağacı seyredip duruyorum.

“Koskoca bir ağaç görüyorum

Ufacık bir tohumda” dizelerinde dendiği gibi, biz de bu bir salkımda üzüm asmasını, bağını ve bahçesini, hatta yeryüzü tarlasını seyrediyoruz artık.

Rabbimizin her işine ve icraatına hayranlığımız bir kat daha artıp, “Sübhâne men tehayyera fî sun’ihi’l ukûl” (San’atında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır) diyoruz.

Bir şey, her şeysiz olmaz. Küçük şeyler, büyük şeylerle alâkalıdır.

Tabiat mı? Ancak bir san’at-ı İlâhiyedir.

Kâinatı elinde tutmayan bir kuvvet, zerreye sözünü geçiremez, dinletemez.

Bu bir salkım, bütün kâinattaki kudretin tecellî ve tasarrufundan haber veriyor bize.

“Mâşâallah bârekâllah” dedirtiyor Rabbim kalbime, dilime. Hem de seve seve…

Bulutların adı yok, kanadı yok. Bilen kim? Üzümün adını kim koymuş, a iki gözüm? Ya denizlerin içindeki, balıkların adını kim biliyor, kim koymuş?

Kim bilebilir yedi kat semâvâttakini, yedi kat yerin altındakini? Kim bilebilir, kim koyabilir ki, isimlerin en güzelinin sahibinden başka, insana bu isimleri öğretenden başka?

Adam olacak çocuk, lâfından belli olur.

Üzüm olacak asma, kökünden belli olur.

Üzümünü elde gör; salkımını yukarı doğru tut da, mu’cizeyi gör…

Bak şu Allah’ın hikmetine… Bak şu Allah’ın işine…

Evet, bu tefekkürün eksik kaldığı günler adedince, Rabbimizden af dileyerek, Ahmet Zafer’e de ufkumuza açtığı bu güzellik, derinlik ve incelik için teşekkür ediyoruz.

Rabbim tefekkürünü dâim eylesin.

Ruhuna iman hakikatlerini nakşeylesin her yavrumuzun, her evlâdımızın inşâallah.

Artık öyle birkaç kelimeyle anlatılacak bir şey değil üzüm.

Allah ibretli ve hikmetli bir göz verince, gerçekten insanın her şeye bakışı değişiyor. Bağ bahçelere gidip göremiyorsak da, bir üzüm salkımında kâinatı seyrettiriyor işte Rabbim.

Başını kaldırıp göklere baksan, kanat kanat uçuşan, çiçek çiçek dağılıp eriyen kar taneleri için de bu böyledir. Yağmur için de bu böyledir. Her şey için bu böyledir. İman gözü açıldı mı bir kere, göz, göz olur; söz, söz olur.

İşte benim sevdiğim dünya bu. Rabbimizin dünyası… O’nun eseri… İlâhî bir san’at galerisi…

İnanın, bu dünyanın en büyük saadeti bu.

Yemek içmek kadar, bir nefes alıp vermek kadar kolaydır Allah namına bakmak, Allah namına sevmek, Allah namına işlemek, vesselâm… Yeter ki, kalbimiz yerinde ve imanla güçlü olsun.

Koca bir ağacı küçük bir çekirdekte derc edip saklayan kudret-i İlâhiye, üzüm asmasında da neler gizlemiş meğer, neler…

Bu konu, Bediüzzaman Hazretleri’nin de müşahedesinden ve ilgisinden uzak değil. Bilindiği gibi Risâlelerde birçok yerde, muhtelif vesilelerle buna dikkatleri çeker:

“Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâl’in bâğistân-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım; yüz elli beş çıktı. Bir salkımın dânesini saydım; yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: ‘Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, dâim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifâyet edecek. Hâlbuki, bâzan az bir rutûbet ancak eline geçer. İşte bu işi yapan, her şeye kâdir olmak lâzım gelir. ‘Sübhâne mentehayyera fî sun’ihi’l ukûl’ (Takdis ederiz Sübhan olan o Zâtı ki, akıllar Onun san’atının harikalıkları ve incelikleri karşısında hayrettedir.)” (Sözler, s. 272)

Evet, hayretteyim Rabbim her işine. Şahidim bütün güzelliklerine. Şâhidim olsun son nefesimde de bütün bu güzellikler, şahadet kelimesiyle beraber…

Başka bir yerde de yine:

“Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” (Mektubat, s. 358) diyor.

Evet dikkatleri aslî kaynağına, Cenâb-ı Hakk’ın san’atına, icraatına, hikmetine çevirir; kendini ara yerden çekip çıkarıverir.

Üstadımızı da niçin severiz zaten ki? Bize Allah’ı sevdirdiği, Hz. Peygamber’i (asm) sevdirdiği, kâinat kitabından, Hz. Peygamber Efendimiz’den (asm) alıp verdiği dersler için değil mi?

Üzümden, salkımdan da Allah’a yol bulan Üstadım, Allah senden razı olsun…

Güneşe çıplak gözle bakılmaz, isli camla bakılır. Sebepler, isli bir cam gibidir. Güneşi görmek için sebepler camını kırmak ya da kaldırmak gerekmiyor. Onu düzgün kullanmayı becermek gerekiyor. Üstadımız, sebepleri atlamadan, pencereye dönüştürüp bize tevhid dersi veriyor. Ne büyük bir nimet…

Sanırım sizin de dikkatinizi çekmiştir. Eğer çekmediyse bundan sonra çekeceğine inanıyorum bir üzüm salkımının bir ağaca benzediği.

Hani derler ya “Üzümünü ye, bağını sorma.” diye. Siz, siz olun, üzümünü de yeyin, bağını da sorun. Hatta üzümünü yedikten sonra, sapını bir de ters çevirin… Onda koca bir ağacı seyredin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*