“Uzun bir ayrılıktan sonra” Eşref Edip’i rahmetle anarken

Risâle-i Nur okuyan ve Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını merak eden hemen herkes, “Tarihçe-i Hayat”ta yer alan “Tahliller”in ilki olan “Uzun bir ayrılıktan sonra” başlıklı yaklaşık 4 sayfalık ‘tahlil’i (s. 540) de bilir.

1952 yılında yazılan ve her defasında beğenerek okunan bu coşkulu tahlilin altında “Eşref Edip” imzası var.

 İşte bu tahlile imza atan merhum Eşref Edip Fergan, 1882 yılında Serez’de doğmuş ve 15 Aralık 1971 yılında İstanbul’da Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş. Vefat yıldönümü vesilesiyle bu kuvvetli kalem sahibini rahmetle anıyoruz.

HAYATI HAKKINDA

İsterseniz önce Eşref Edip merhumla ilgili olarak ‘ansiklopedik bilgi’leri hatırlayalım:

Eşref Edip Fergan (d. 1882, Serez – ö. 15 Aralık 1971, İstanbul), gazeteci ve hukuk doktoru.

Mehmed Akif’in şiirlerini yayımladığı “Sırat-ı Müstakim” (sonraki adıyla Sebilürreşâd) adlı derginin sahibidir. 1908’den başlayarak 1966’ya kadar çeşitli aralarla 58 yıl boyunca 1107 sayı bu dergiyi yayımlamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında dergi yoluyla millî mücadele hareketini desteklemiştir. Hayatı boyunca batı yanlısı fikirlere karşı İslâmî düşünceleri savunmuş.

Ailesi ve öğrenimi: 1882’de Selanik’e bağlı bir sancak merkezi olan Serez’de dünyaya geldi. Babası İslâm Ağa, annesi Nefise Hanım’dır. Sıbyan mektebini ve Rüştiyeyi Serez’de okudu. Öğrenimini İstanbul’da Mekteb-i Hukuk’ta sürdürdü. Bir yandan da Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa Camii’nde medrese derslerine devam etti. Bu yıllarda tanıştığı Ebül’ula Mardin ve Mehmed Âkif ile dostluğunu ömür boyu sürdürdü.

Yayıncılık yönü: Manastırlı İsmail Hakkı Efendi gibi dönemin tanınmış vaizlerinin vaazları ve Mekteb-i Hukuk hocalarının ders notlarından yaptığı derlemeleri yayımlayarak yayın hayatına başladı. 1908’de çıkarılmaya başlayan Sırat-ı Müstakim adlı derginin kurucularından birisi oldu. Bu haftalık dergi, İslâm Birliği düşüncesinin yayın organı idi. İlk 182 sayıyı Ebül’ula Mardin ile birlikte yayımladı. Ebül’ula’nın üniversitede ders vermeye başlaması üzerine dergiyi tek imtiyaz sahibi olarak yayımlamaya devam etti. 183. sayıdan itibaren derginin adı “Sebilürreşad” olarak değişti.

Eşref Edip, I. Dünya Savaşı yıllarında İttihad ve Terakki yönetiminin bazı faaliyetlerini sert bir şekilde eleştirdi. Bu sebeple, 1916’dan 1918 yılının ortalarına kadar bir buçuk yıl süreyle Sebilürreşâd’ın yayımına ara vermek zorunda kaldı. Savaştan sonra Sebilürreşâd’ı işgal altındaki İstanbul’da tekrar yayınlamaya başlayan Eşref Edip, başta Abdullah Cevdet olmak üzere “asrîlik” ve “Garpçılık” taraftarları ile mücadeleye devam etti.

Millî mücadeleye katkıları sebebiyle Ankara’ya davet edilip Âkif ile birlikte Taceeddin Dergâhı’na yerleşen Eşref Edip, 3 Şubat 1921’den itibarense dergiyi Ankara’da çıkarmaya başladı. Dergide Mehmed Akif’in yurdun değişik yerlerinde verdiği vaazların metinlerini yayımlayarak millî şuurun uyandırılmasına katkıda bulundu.

Ankara’da bulunduğu sırada Mehmed Âkif, Bediüzzaman Said Nursî ve Şeyh Ahmed Sunûsî ile birlikte Sivas’ta bir İslâm şûrasının toplanması çalışmalarına katılan Eşref Edip, Millî Mücadele’nin kazanılmasından sonra tekrar İstanbul’a döndü ve yayın faaliyetine burada devam etti.

Eşref Edip, Cumhuriyetin ilânından sonra hızlanan batılılaşma hareketine şiddetle muhalefet etmekteydi. Sebilürreşad’ı İslâmî düşünce doğrultusunda yayınlamayı sürdürdü. Şeyh Said hadisesi üzerine birçok gazete ve dergiyle birlikte Sebilürreşâd da kapatıldı. Eşref Edip tutuklanarak Şark İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildi. Önce Ankara, sonra da Diyarbakır’da yargılandı. Sebilürreşâd’ın yayımını durdurmak şartıyla 13 Eylül 1925’te serbest bırakıldı.

Çok partili dönem: Eşref Edip, Türkiye’de çok partili hayata geçiş safhasındayken Sebilürreşâd’ı yeniden yayımlamaya başladı. Sebilürreşâd’ın Mayıs 1948’de başlayan yayımını Şubat 1966’ya kadar 362 sayı devam ettirdi.

Vefatı: 15 Aralık 1971’de vefat etti, Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.

“ACABA BU ZÂT YAŞIYOR MU?”

(1. Sayfa’dan devam)

YENİ Asya ve İttihad’da da yazıları yayınlanan Eşref Edip merhumun “tahlil”inini okuduğum ilk yıllarda, “Acaba bu zât yaşıyor mu?” diye merak etmiş ve bilenlere sormuştum. Vefat ettiğini öğrendiğimde de “Keşke bu zâtla tanışmış olsaydım” diye hayıflandığımı hatırlıyorum. Tıpkı, Tarihçe-i Hayat’a ‘Önsöz’ yazan merhum Ali Ulvi Kurucu gibi. “Bu önsöz, Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlim tarafından yazılmıştır” notunu okuyunca, “Bu zât her halde vefat etmiştir” diye düşünmüştüm, ama merhum Kurucu’nun o tarihlerde (1980’ler) hayatta olduğunu ve Suudi Arabistan’da yaşadığını öğrenince “Acaba görüşme nasip olur mu?” diye düşünmüştüm. Merhum Kurucu ağabeyimizle, İstanbul’a geldiğinde (1990 sonrası) görüşmek nasip olmuştu.

Eşref Edip 1952 yılında yazdığı bu meşhur ‘tahlil’inde “Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti” diyor. Demek ki, Eşref Edip merhum, Üstadla bir değil, çok defa görüşmüş. Bediüzzaman’ı anlattığı aynı tahlilde, “Bütün hedefi iman ve Kur’ân” tesbitini yapmış.

“Devr-i Saadet’te, Müslümanlığın ilk kuruluş zamanlarında olsaydı, Hazret-i Peygamber, Kâbe’deki putların parçalanması vazifesini ona (Bediüzzaman’a) verirdi. Şirke ve putperestliğe o derece düşmandır” tesbiti de Eşref Edip’e ait.

“Uzun bir ayrılıktan sonra” başlığıyla harika bir tahlil kaleme alan ve Sebilürreşad gibi paha biçilmez dergiler yayınlayan “kıymetli mücahid gazeteci” yeni nesillerce ne kadar tanınıyor, biliniyor? Bu konuda iyi bir imtihan vermediğimizin farkında mıyız? Yoksa, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini vefat edince dahi bilmiyor muyuz?

Geçen günlerde bir gazeteci arkadaşımız arayarak “Eşref Edip’i vefat yıldönümünde mezarı başında anmak istiyoruz. Ama mezarının yerini bilenleri de bulamadık. Yardımcı olabilir misiniz?” dedi. Doğrusu, şimdiye kadar bu merhum “kıymetli mücahid gazeteci”nin mezarına gitmemiş olmaktan dolayı kendimi de ayıpladım. Hemen, bilmesi muhtemel bir iki büyüğümüze sorduk. Cenazesine katılanlar bile mezar yerini tam olarak hatırlayamadı. Sonra, yaptığımız bir araştırmada “Edirnekapı’daki Sakızağacı Mezarlığı”nda olduğunu öğrendik. İlk fırsatta bu mezarlığa giderek ‘yetkililere’ sorduk ve mezarın “1. Ada, 254 nolu mezar”da olduğunu öğrendik. Mezarlığı gezerek mezar yerini tesbit edip fotoğrafladık.

Ancak mezar taşındaki ‘vefat tarihi’ ile kayıtlardaki tarih arasında fark olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Mezar taşında “Eşref Edip(e) Fergan” yazılmış. Maalesef ismi bile doğru yazılmamış, Edip yerine Edibe olarak yazılmış; ancak daha sonra ‘E’ harfi silinmiş… Mezar taşına dikkatle bakıldığında bunu anlamak mümkün. Aynı mezar taşında vefat tarihi olarak da “10.12.1971” yazıyor. Evet, cenaze namazı 15 Aralık’ta kılınmış, ama mezar taşındaki bilgiye göre vefat tarihi 10 Aralık 1971. Acaba, vefatı ile defin günü arasındaki süre niçin uzun? Bunu şimdilik bilemiyoruz.

Eşref Edip’le ilgili olarak elbette söylenecek çok söz var. Nihayetinde, o da, tıpkı Bediüzzaman gibi üç devrin büyük çalkantılarına şahit olmuş doksan senelik bir ömrün sahibi. Ama şimdilik bu kadarla kifayet ediyor, “kıymetli mücahid gazeteci” Eşref Edip Fergan’ı bir defa daha rahmetle anıyoruz.

Kaynaklar:

– wikipedia.com

– Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz 1994

Bediüzzaman onun için ne demişti?

Bediüzzaman talebelerine yazdığı bir mektubunda şu ifadelere yer vermektedir: “Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir…” (Emirdağ Lahikası, s. 281). Bunun yanında, ayrı bulundukları zamanlarda, İstanbul’a giden talebelerine Eşref Edip’i ziyaret edip selâmlarını iletmelerini tembihleyen Bediüzzaman, ona verdiği değeri müşahhas bir şekilde gösterdi. Selâmı götüren ve kendisiyle görüşen Mustafa Sungur, Eşref Edip’in duyduğu memnuniyeti ve gösterdiği alâkayı hatıralarında nakletmektedir. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler 4, İstanbul 1994, s. 35-37). [http://www.risaleinurenstitusu.org]

Eşref Edip Fergan

MAHİR İZ’in 23 Aralık 1971 tarihli Yeni Asya’da “Eşref Edip Fergan” başlığıyla yayınlanan yazısı:

Kaybolan kıymetlerin arkasından yazılan mersiyeler, fazilet örneğini gelecek nesle göstermek içindir, insanın insan olarak birçok eksikleri, olgunlaşmamış tarafları, herkese benzemeyen hususiyetleri olabilir. İnsanoğlu nedense hemcinsinin önce eksik taraflarını, şahsî hüviyetini görür ve inceler. Hükmünü de ona göre verip geçer.

Halbuki cemiyet hayatında bir insanın bakılacak, tahlil edilecek, işlenip ortaya konulacak tarafı, işidir. Cemiyete olan faydasıdır.

Herkeste, normal beşerî münasebetlerde, dergâhın istediği kemali aramak, hele asrımızda neticesiz bir yorgunluktur. Her devrin kendine mahsus bir seli vardır. Çörçöpü kolaylıkla, dallı budaklı kütükleri güçlükle sürükler. Hayat felsefesini sosyologlara bırakalım. Biz bugünkü kayıplarımızı belki iş karakterine örnek olur düşüncesi ile tahlil etmeye çalışalım.

Herkes, cemiyet hayatında haiz olduğu kabiliyeti meydana koyunca bilinir.

Eşref Edip Bey hemen bir asra yaklaşan ömrünün altmış yılını, kanaatine, inancına tercüman olan kalemi ile geçirmiştir. Ne yorulmuş, ne bıkmış, ne de üzücü ve ezici hâdiseler onu yolundan alıkoymuştur.

Genç yaşında daha hukuk mektebine devam ederken devrinin âlimleri arasında tanınmış olan büyüklerin meclisine devam eder, derslerinde, vaazlarında bulunur, notlar alır, istikbaldeki tasavvurlarına inkişaf zemini hazırlardı.

KUDSÎ HİZMET

Meşrûtiyeti müteakip Hukuk Fakültesi profesörlerinden EBÜL ULÂ MARDİNÎ Beyin yazı ailesi başkanlığında Kandilli Rasathanesi Müdürü, yüksek matematik profesörü HOCA FATİN EFENDİ, BEREKETZÂDE İSMAİL HAKKI BEY, Ayasofya Kürsi Şeyhi Reisül ulema ve sonradan ayan azası olan Manastırlı İSMAİL HAKKI EFENDİ, İzmirli İSMAİL HAKKI BEY ve şair Mehmet Âkif Bey ve emsali güzide ve mümtaz âlimlerimizle tesis ettiği (SIRAT-I MÜSTAKİM) mecmuasını çıkardı. Bir müddet sonra daha zengin kadro ile “SEBİL-ÜR REŞAD” adı altında neşriyatına devam etti. O, kıymetli muharrirler, vefat gibi, rahatsızlık gibi mücbir sebeplerle ayrıldıkları zaman yerlerini doldurmak için azamî gayret sarfederek boşluğu hissettirmemeye çalışmıştır.

Millî Mücadeleden sonra gazetesini Anadolu’ya nakletmiş, büyük ve kudsî hizmetine devam etmeye başlamıştır. Yanlışlıkla İstiklâl Mahkemesine kadar sevkedilen ve her zaman olduğu gibi zimmet-i tebriyeden müstağni bulunan o örnek ilmî mücahit son nefesine kadar vicdanından aldığı emri ifadan bir an geri kalmamıştır.

Sebil-ür Reşad mecmuasının altmış yaşını doldurup kapanacağı devre kadar tek başına kaldığı zamanlar olmuş, fakat yine bu yalnızlıktan yılmadan ve korkmadan o tâkatfersa mesaisine devam etmiştir. Safahat’ı birkaç kere bastırmış. Mehmet Âkif Beyin tercüme ve nesirleri ile ilim ve edebiyat âlemini nurlara gark etmiştir.

Ayrıca tesis ettiği (Âsâr-ı İlmiye Kütüphanesi) ile ve bilhassa merhum Ömer Rıza Doğrul Beye yaptırdığı tercümelerle birçok kıymetli ilmî ve tarihî eserleri Millî Kütüphanemize hediye etmiştir.

1908 Meşrûtiyetinden evvel İKDAM gazetesi sahibi AHMET CEVDET Beyin başladığı kıymetli neşriyatın daha muayyen ve mânevî sahada bir örneğini merhum EŞREF EDİP Bey vermiş ve cidden çok kıymetli eserlerle kütüphanelerimizi süslemiştir.

BİR HATIRA

Aramızda şöyle küçük bir hatıra vardır. Sekiz on sene evvel kıymetli muharrir ve tarihçilerimizden İSMAİL HAMİ DANİŞMENT Bey “Kur’ân-ı Kerimde Türkçe Kelimeler” başlıklı bir yazı neşretmişti. Ben bu yazıya bir cevap verilmesini merhum üstad HASAN BASRİ ÇANTAY’dan rica etmiştim. O da kendisinin yazacağını, fakat benim de yazmaklığımı istedi. Ben yazarsam müsteâr isim kullanacağımı söyledim, kabul etti.

Başka vesilelerle de yazdığım makalelerde kullandığım (ABDULLAH SÖĞÜT) müsteariyle kaleme aldığım cevabı SEBİL-ÜR REŞAD’a gönderdim. Kendisinin tanıdığı ulema arasında böyle bir isim olmadığı için EŞREF EDİP Bey sağa sola başvurmuş, tanıdıklarından bilgi alamamış. Nihayet BASRİ Beye gitmiş, o da tebessüm ederek benim olduğumu söyleyince tebriklerini beyan için bize kadar gelmişti. Sertel’lerin gemi azıya aldıkları bir devirdi. Bâb-ı âliden geçiyordum, o zaman idarehane cadde üstünde idi. Merhum pencerede beni görünce çağırdı. Bayrağımızın küçümsenmesi kanına dokunmuştu. Hemen önüme bir kâğıt kalem koydu. Sen de birşey yaz dedi, ben orada birşeyler karaladım. Yine müstear adımı koymasını rica ettim.

Hemen hemen bir asra yaklaşmış olan hayatının dörtte üçünü kalemiyle yaşamış ve her ânı ancak inancının sarsılmaz heyecanlarıyla geçmişti. O ne akıcı üslûptu, o ne canla başla bir mücadele abidesiydi… Gitti, fakat kubbede bütün inananların kulaklarında ebedî akisler bıraktı. İşte asrımızın nurlu ve feyizli sahalardaki heykel-i say kendisi idi. Evlâtlarına, akrabasına ve bütün yakınlarına, dâvasına âşık dostlarına ve yeni öğrendiğimiz yeğeni tabib-i ruhimiz Ayhan Songar kardeşimize başsağlığı dilerken CENÂB-I GAFUR-UR RAHİM’den merhuma sonsuz mağfiretler niyaz ederiz.

Eserleri:

Mehmet Akif- Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları

İnkılâp Karşısında Akif- Fikret Gençlik Tan’cılar

Tevfik Fikret’i Beş Cepheden 40 Mukarririn Tenkitleri

İslâm Ansiklopedisinin İlmi Mahiyeti

Çocuklarımıza Din Kitabı,

Risâle-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nur- Hayatı, Eserleri, Mesleği

Kur’ân- Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’ân’ın Azamet ve İhtişamı Hakkında Dünya Mütefekkirlerinin Şehadetleri

Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk

Risalâ-i Nur Muarızı Yazarların İsnadları Hakkında İlmi bir Tahlil

Kara Kitap- Milleti nasıl aldattılar, mukaddesatına nasıl saldırdılar?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*