Uzun, ince bir yoldayız

Hiç şüphesiz, peygamberler insanlık semasının yıldızlarıdır. Onlar gönderildikleri toplulukları imana dâvet etmiş, dünya ve ahiret saadetinin yollarını göstermişler.

İnsan bir yolcudur…

Nev-î beşer (insanlık) Hz. Âdem’den (as) bu yana kafile kafile arkasından gelmişler; bir süre şu dünya hanında kalmışlar ve daha sonra kaybolup gitmişler. Biz de o arka arkaya giden kafilelerden kim bilir kaçıncıyız?

Bizden önce ne kadar insan geldi, bizden sonra ne kadar gelecek?
Bu durumda hemen insanın aklına cevaplandırılması gereken şu sorular gelmektedir:

Nereden geldik?
Neciyiz?
Nereye gidiyoruz?
Bu dünyadaki işimiz nedir?

Cenâb-ı Hak insanı, dünyaya başıboş, mânâsız göndermemiştir. Çünkü onu başıboş, anlamsız ve amaçsız yaratmamıştır. Onların yaratılış gayeleri, hedefleri vardır ve dünyaya halife olarak gönderilmeleri abes değildir. Eşsiz bir yetenekle donatılmış insanoğlunun dünyaya gönderilmesinin bir hikmeti ve gayesi bulunmasa, bu gelişin boş ve anlamsız olması gerekirdi. Boş şeylerle uğraşmak elbette âlemlerin Rabbine yakışmazdı.

Resûller ve nebiler, insanların dünyaya gönderiliş gayelerini açıklamak ve bildirmek için gönderilmiş İlâhî tebliğciler ve Rabbanî elçilerdir. Nitekim ilk insan Hz. Âdem (a.s.), aynı zamanda ilk peygamberdir.

Peygamberler insanlık semasının yıldızlarıdır. Onlar tarih boyunca insanların yollarını aydınlatmıştır. Ama bazı yarasa tabiatlı olanlar bu ışıklardan rahatsız olmuşlar ve onları söndürmeye kalkışmışlardır.

Peygamberler, insan nesline yaratılış gayesini bildirmiş, dünyaya gönderiliş hedefini anlatmışlardır. İlk İlâhî kitap ilk peygambere verilmiştir.

İnsan neslinin gelişmesi ve yeryüzüne dağılması nisbetinde peygamberler de çoğalmış ve aynı oranda yeryüzüne yayılmıştır. İnsanoğlunun bulunduğu her yerde insanlığa yaratılış gayesini tebliğ etmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’de “Biz peygamber göndermediğimiz kavme azap etmeyiz” meâlindeki âyet-i kerimeden de öğrenmekteyiz ki, insanlık hayatı boyunca İlâhî tebliğcilerin irşatlarıyla tenvir edilmiştir. Tebliğe muhatap olmayanlar sorumlu tutulmamış; mazur görülerek cezalandırılmamışlardır.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de önceki peygamberler ve onların ümmetlerinden bizlere naklettiği İlâhî hikmet, ibret ve tebliğ hakikatlerini insanlığın anlayışına daha kolay ve rahat gelmesi için kıssa tarzında takdim etmiştir.

Bu husus âyet-i kerimelerde şöyle ifade buyurulmaktadır:

“(Ey Resulüm!) Biz, bu Kur’ân’ı sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım kıssalarını (haberlerini) en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.” (Yusuf Sûresi, 3)

“(Resulüm!) Bunlar gaybdan haberlerdir ki sana vahyederiz. Daha önce bunu ne sen biliyordun, ne de milletin. Öyleyse onların red ve inkârlarına karşı sabret; akıbet takva sahiplerinindir.” (Hûd Sûresi, 49)

“Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini takviye edecek her şeyi sana anlatıyoruz. Bu sûrede de sana hak ve gerçek, mü’minlere de bir öğüt ve talimat gelmiştir.” (Hûd Sûresi, 120)

Âşık Veysel, sade bir dil ile yolculuğumuzu şu mısraları ile özetlemiştir:

Uzun ince bir yoldayım,
Gidiyorum gündüz gece.
Bilmiyorum ne haldayım,
Gidiyorum gündüz gece.
Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda,
İki kapılı bir handa,
Gidiyorum gündüz gece.
Uykuda dahi yürüyom,
Kalkmaya sebep arıyom,
Gidenleri hep görüyom,
Gidiyorum gündüz gece.

Özetle söylemek gerekirse, “İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 353)

İnsanlık ise, Hz. Âdem’den (a.s.) başlamış ve kıyamete kadar devam edecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*