Varlığın besmelesi olan sevgi

Varlığın besmelesi Âlemlerin Rabbi’nin güzelliklerine yönelik çok güçlü bir duygu olmalıdır. Bu mukaddes ve mualla duygu ile şekillenen varlık idrak sahiplerinin kalp ve ruhlarında tekrar aynı sevgi mânâsına dönüşmeyi hedefleyen bir süreç ortaya koymaktadır. Aklın klavuzluğu ile ortaya çıkan Rabbi’ni tanıma yani marifetullah mânâsı, kalpte oluşturduğu sevgi duygusu ile ve şefkatle kemal noktasına ulaşmış olur.

Varlığın doğru anlamlandırılması kişinin hayata bakışı ve kendini tanımlaması açısından çok önemlidir. Kâinat ferde Âlemlerin Rabbi’nden bir hediye mânâsı ile yansıdığında ve varlığın arka planını teşkil eden sevgi lisanı anlaşıldığında eşya kevnî telkinlere dönüşecek hayat her anı ile bir terapi mânâsında algılanacaktır. Varlıklar ile her an sevgisini dile getiren bir Güzelliklerin Sahibi Zat’a muhatap olduğunun farkındaki ferdi yıkabilecek hiçbir olay yok gibidir. Her yeni gün farklı bir gülümseme ve her an hayata bağlılığı güçlendiren farklı bir ifadeye muhatap oluş anlamına gelecektir. Her ana ve her işe Rahman ve Rahim olan ve bu mânâlarla varlığı kuşatıcı bir sevgi ile yoğurmuş olan Zat’ın algılanması ile işlere başlamak Rabb’in sevgisini tekrar fark etmek ve eşyanın gerisinde, varlıklara ruh olan nur-u Muhammedi (a.s.m.) ile aynı frekansta buluşmak anlamına gelecektir.

İnsanın yeryüzündeki asıl amacı kendisine verilen kabiliyetlerle yaratılmış olanlara muhatap olmak ve bir kitap şeklinde hazırlanmış, muhteşem san’atlarla süslenmiş kâinat kitabını okumaktır. Bu anlamda şuur sahiplerine verilmiş olan akıl varlığın anlamlandırılması noktasında önemli bir yerin oturmakta ve hayatın can alıcı bir boyutunu teşkil etmektedir.

Varlığın işleyişinde hayatın merkeze oturması yine hayatın en önemli fonksiyonlarından biri olan aklı da çok önemli bir konuma yükseltmektedir.

Akıl maddî âlemin anlaşılıp bir anlam içerisinde değerlendirilebilmesi için en önemli araçlardan biri olmalı. Ancak bu melekenin işleyiş alanı ve sahip olduğu veriler açısından, birikimi ortaya koyduğu sonuçlar açısından büyük önem arz ediyor. Mantık kuralları aklın üzerinde gideceği yol oluşturma açısından önemli bir alt yapı oluşturma ve insanın maddî âlemle ilişkilerini belirleme açısından önemli bir yere oturuyor.

İnsanın mülk boyutu ile olan ilişkileri esas olarak matematik ve mantığın belirlediği bir alana oturtulabilir. Varlık âleminin işleyiş kuralları çerçevesinde doğru ilişkiler ancak bu çerçeveye oturtulabilir. Zaten mülkün katılığı ve işleyen kuralların pek esnek olmaması çoğunlukla bu duruma zorlamaktadır. Matematik kurallarının işlediği akıl ve mantık alanında bu kurallara uymama bir boyutu ile fıtrî şeriat kurallarına itaat etmeme anlamına geldiği için çoğunlukla maddî çarkların işleyişi içinde ezilme sonucunu doğuracaktır. Aklın ve matematiğin alanında bilim kuralları işlemekte, çünkü bilimin ana yapısını bu alanın incelenmesi sonucu ortaya çıkan kurallar oluşturmaktadır. Maddî planın şekillendirilmesinde akıl ve bilim gerçekten çok önemli yol gösterici unsurlar ve esas alınması, dikkat edilmesi gereken belirleyicilerdir. Bu unsurlar maddî varlığın işleyişini okudukları için onlara uyulmaması yine varlığın işleyişi ile cezalandırılacaktır. Böyle bir itaatsizlik başarısızlık, geri kalmışlık, refah seviyesinin düşüklüğü, hayatın kalite düzeyinin azalması gibi sonuçları doğuracaktır.

Hayatımızın ve şu ana kadar yaşanmış insanlık hayatının önümüze koyduğu çok önemli bir tecrübe de varlığın yalnızca maddeden ibaret olmadığı ve işleyişin tamamını aklın işleyiş kurallarına sığdırabilmenin ve matematiğin verileri ile izah edebilmenin mümkün olmadığıdır. Âlemlerin Yaratıcısının özelliklerinde yani sıfatlarında çoğunlukla matematiğe ya da doğru yorumlanmış bilime aykırı bir taraf olmamalıdır. Çünkü matematik ve bilim O’nun maddî âlemde işleyen ve âdet haline dönüştürdüğü uygulamaların bir sonucu olup kaynağını O‘ndan almaktadır. Ancak bunlar O’nun özelliklerinin ve sıfatlarının sadece belirli bir açıdan görünüşünü, sadece maddî planda algılanan şeklini ifade etmektedir. Orada yansıyanlar O’nun özelliklerinin tamamı olamazlar ve O’nun sahip oldukları maddî âleme ve aklın alanına tamamen sığmayacak kadar geniş ve maddenin kuşatamayacağı şekilde sınırsızdırlar. İnsan ise O’nu anlamaya, O’nu hissetmeye, O’nu sezmeye namzet olarak yaratılmış bir varlıktır. O yüzden idrakini, sezgilerini ve algılarını maddî âlemle sınırlamamalı, sadece kendi aklının sığlığına indirgememelidir. Varlığın genelinde hissedilen küllî akıl ve eşya içinde gözlenip eşyanın ötesine geçen özellikler de fark edilebilmeli numuneler ve gölgeler âlemi asıllar ve menbalar olarak algılanmamalıdır. Âlemimizde yaşananlar sadece gerçeğin ip uçlarıdırlar, kendisi değildirler. Gerçeği yalnızca maddî âlemde aramak ve yalnızca aklıyla aramak idrakin sığlığına ve hayallerin, sezgilerin, güçlü intikallerin âlemlerimizde oluşturduğu zenginlikten uzak kalmaya ve mânâların yalnızca algıların darlığında kalmasına yol açacaktır.

Akıl marifet yoluyla kalbe bir yol açar, gerçek mânâların zemini kalpte ve duygular şeklinde ortaya çıkıyor olmalıdır. Bugünün dünyasında maddenin zihinleri bütün katılığı ile kuşattığı zeminde duygularda iyice küllenir oldu. Oysa asıl mânâlara ve hayatın gerçek anlamına maddenin arka planındaki güzelliklere ulaştıracak olan duygulardır. Sadece maddî ve katı bir âleme muhatap ve eşyanın kendisine yöneltilmiş sevgi ve bağlılıkla duygu dünyası şekillenmiş fertler kâinat kitabının mânâ zenginliğine asla ulaşamayacaklardır.

Oysa eşyanın ve maddenin en güzel yanı ferdin duygu dünyasında yaşattığı mânâlardır. İşte hayatın anlamlandığı nokta bu olmalıdır. Bu noktaya ulaşmış ferdin dünyasında hem hayat, hem de onu şekillendiren her unsur tek tek anlamlıdır.

Varlığın besmelesi Âlemlerin Rabbi’nin güzelliklerine yönelik çok güçlü bir duygu olmalıdır. Bu mukaddes ve mualla duygu ile şekillenen varlık idrak sahiplerinin kalp ve ruhlarında tekrar aynı sevgi mânâsına dönüşmeyi hedefleyen bir süreç ortaya koymaktadır. Aklın klavuzluğu ile ortaya çıkan Rabbi’ni tanıma yani marifetullah mânâsı, kalpte oluşturduğu sevgi duygusu ile ve şefkatle kemal noktasına ulaşmış olur. Yani ferdin kemal noktası kalbinde muhabbetullah mânâsının oluştuğu noktadır. Muhabbetullah sosyal hayata şefkat tarzında yansıyan bir duygu olmalıdır. Aklın varlığa muhatabiyeti şeklindeki tefekkür ile Kâinat Sultanı karşısındaki acz ve fakrını idrak eden kul muhatabiyetinin zirvesine ulaşır ve şefkat türünden karşılık beklemeyen samimane ve ruhunun ta derinliklerini saran ve gönlünden eşyaya uzanan bir sevgi hisseder. İşte acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğinin varlığa yönelik işleyişi ve nihayetinde hasıl olan muhabbetullah böyle bir şey olsa gerektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*