Varlık İçinde Fert ve Matematik

Newton ve Leibniz gibi varlık felsefesi ve bilimin gelişiminde kilometre taşı konumundaki bilim adamlarının üzerinde çok durduğu “sonsuz küçüklükler kavramı”, Hidrodinamik Basınç Kanunu’nun keşfi ile ismi duyulan Daniel Bernoulli’nin matematikle çok ilgili olan baba ve amcası tarafından da ele alınmış ve kadere matematik açısından bir bakış arayışının zemini olmuştur.

Leibniz’in bu konu ile ilgili makalesi Johann ve Jakob kardeşler tarafından başlangıçta anlaşılamamıştı. Jakob’un bir gün, sanki bir mucize olmuş gibi, her şeyi birden bire anlamaya başladığı güne kadar cesaretlerini yitirmişlerdi. Daha sonra Jakob, Leibniz’in büyük başarılarının anlaşılması zor ayrıntılarını Johann ile birlikte keşfetti.

Jakob, herhangi bir karmaşıklığı olmayacak ölçüde ve sonsuz derece küçük bir zerreye bağlı bir yaratma fiili üzerinde duruyordu. Bu zerreye, “sonsuz küçük” adını vermişlerdi. Bunu, Vermeer’in rengârenk başyapıtlarından birinin üzerinde düşünülebilecek en küçük boya noktasından bile daha küçük olduğu şeklinde tanımlıyordu. Düşünürlerin yıllardır aradıkları kristal küre bu olmalıydı. Karmaşık işlemler sonsuz derecede küçük parçalara ayrılarak çözümlenebilirdi. Bu, insan davranışlarını dahi izah edebilecek bir yöntem sunuyordu. Bu yöntemle kader programına matematik bilimi ile bir yaklaşım ve ilâhî iradenin her alanda işleyen kurallarını daha derinlerde çözme imkânı sunabilirdi. Bu bakış açısı ile ferdin kendini varlık içinde tanımlaması da farklı bir boyut kazanıyordu.

Ferdin hayat serüveni sırasında tanımlamaya çalıştığı benlik sosyal düzene topluluk kimliği şeklinde yansıyor. Irklar, kültürler, coğrafî farklılıklar birer sosyal benlik alanları şeklinde önümüze çıkıyor. Farklılaşma, yaşadığımız âlemin fıtrî bir sürecidir. Vücut bulan her şeyde bir farklılaşma ve kimlik oluşturma süreci gözlenmektedir. Bu durum, canlı ve cansız bütün varlıklarda konumuyla bağlantılı bir şekilde hep vardır. Bütün varlıklar, fıtri olarak bu farklılaşma sürecinin ardından bütünleşme ve organizasyon süreci yaşarlar. Mülk boyutunda, kâinatın yaratılışı, gezegenler ve yıldızlarla galaksilerin oluşumu, dünyanın oluşumu ve dünyadaki bütün canlı bedenlerin vücuda gelmesi hep farklılaşmayı takip eden bütünleşmeler ve organize oluşlar şeklinde yaratılmaktadır. Dünya coğrafyasını oluşturan farklı ırklar, kültürler, millî kimlikler, coğrafyalar ve dinler bu farklılaşma sürecinin sosyal hayata yansıması olmalıdır. Aynı şekilde bu günlerde dünya gündeminin başlarında yer alan Avrupa Birliği ve küreselleşme gibi olaylar sosyal hayatta artık farklılaşma sürecinin yerini organize olma ve bütünleşme sürecine bıraktığının işaretleri olmalıdır.

Farklılaşma aslında bir tür kimlik oluşturmadır. Kimliğini sağlam bir şekilde oluşturmuş ve özgüven kazanmış fertler diyalog ve bütünleşmeye karşı olmayan, hatta bilâkis taraftar olan bir tavır sergilerken, kimliğini netleştiremeyen her unsur diyaloğa kapalı, muhafazacı ve marjinalleme eğiliminde bir tavır ortaya koyar. Diğer unsurlarla bir araya gelince kendi kimliğinin zarar göreceği veya kaybolacağı endişesi ile içe kapanmış ve kendi içinde tanımlanmış bir kimlik oluşturma eğilimindedir. Bu halin psikodinamik alt yapısında güvensizlik, kendinden emin olamama, benliğini zayıf görme gibi haller yatıyor olmalıdır. Oysa iyi tanımlanmış kimlikler bir bütünün ve organizasyonun parçası olmaya aday ve kendi kimlikleri ile bütünün içinde yer alabilecek kadar kimliklerini netleştirmiş; kaybolma, bütün içinde yok olma endişesi taşımayan bir haldedirler. Kısacası, kimliğini iyi ve sağlıklı tanımlamış her unsur artık diyalog ve bütünleşme şeklindeki fıtrî sürece adaydır. Bundan sonra, kaybolma ve yok olma endişeleri ile kendi alanını iyice belirginleştiren ve içe kapanan bir sürece girme ihtiyacı hissetmez; sağlam bir benlik oluşturmanın verdiği emniyet hali vardır.

Sistem ve dünya düzeni bir bütün olarak ele alınmadığında ve bütünü nazara alan çözümler geliştirilmediğinde sıkıntılar tamamen ortadan kalkmıyor. Sistemin ve düzenin bütünlüğü içinde bir kısmın problemleri diğer kısmı da etkiliyor. Yaratılış gereği var olan bütün unsurlarda bir bedenleşme eğilimi ve beden olma istidadı hep gözleniyor. Bu da var olan her şeye kendi alanını tanımlamakla birlikte bir vücudun azası olma özelliğini yüklüyor. Şu dönemde yaşanan skıntıların temel kaynağında ise her azanın kendini bütünden ve vücuttan bağımsız şekilde tanımlama gayretleri yatıyor olsa gerek.

Fert ya da millet olarak mutluluğu gerçekten istiyorsanız dünya genelinin mutluluğunu hedeflemelisiniz. Benliğinizi ve ırk anlayışınızı bir yana bırakıp, insanlık tanımı ile yeryüzünün bütünü ile ortak bir kimlik oluşturmalısınız. Bunun zemini kulluk olmalı. Daha da ötesi kâinatın geneli ile yaratılmışlar, yani mahlûkat anlamında ortak bir tanım ile bütünlüğü hissetmeli, içinde bulunduğunuz bütün tanım alanlarının her birinin bütünden parçalar olduğunu, benliğinizi ve etnik kimliğinizi bu bütünlükten bağımsız olarak tanımladığınızda hem kendinize hem de bütüne zarar vereceğinizi unutmamalısınız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*