Elbette bu zamanda umum âlem-i İslâm’ı alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz.
Kardeşlerim,
Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 285
***
Hem bu memleketi, hem âlem-i İslâmı çok alâkadar eden ve maddî ve mânevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risâle-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikatle müdafaamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez.
Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve hergün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. “Müminler kardeştirler.” (Hucurât Sûresi: 49:10.) kudsî programıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.
Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 331
***
Meselemiz, âlem-i İslâmı alâkadar eden pek büyük bir vazife-i Kur’âniye ve îmâniyedir. Ondan dehşet alan gizli münâfıklar, ellerinden geldiği kadar küçültmek isterler. Ve çok ehemmiyet verdiklerinden, zâhiren ehemmiyetsiz göstermeye çalışıyorlar; hükûmeti ve adliyeyi aldatıyorlar.
Tarihçe-i Hayat, s. 511
***
Risâle-i Nur, beşeri anarşistlikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâmın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’ân’ın kanun-u esasîlerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.
Emirdağ Lâhikası, s. 458
***
Azîz, sıddîk kardeşlerim,
Afyon müdâfaanâmesinin hem bize, hem bu Nurlara, hem bu memlekete, hem âlem-i İslâm’a alâkadar ehemmiyetli hakîkatleri var. Her halde bunu yeni hurufla beş on nüsha çıkarmak lâzımdır; tâ Ankara makâmâtına gönderilsin. Bizi, tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Şimdi vazifemiz, o müdâfaâttaki hakîkatleri hem hükûmete, hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de kader-i İlâhînin bizi bu dershâneye sevk etmesinin bir hikmeti de budur.
Tarihçe-i Hayat, s. 506
***
Risâle-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribâtı ve bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki küllî bir tahribâtı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kal’ayı tâmir ediyor. Ve yalnız husûsi bir kalbi ve has bir vicdânı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik ve terâküm eden müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umûmiyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umûmun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların veşeâirlerin kısmen kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umûmiyeyi, Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve îmânın ilâçlârıyla tedâvi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve binler tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir. İşte bu zamanda, Kur’ân-ı Mücizü’l-Beyân’ın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risâle-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, îmânın hadsiz mertebelerinde terakkiyât ve inkişâfâta medâr olmuştur ve olmaktadır.
Tarihçe-i Hayat, s. 601
Benzer konuda makaleler:
- Vazifemiz, Kur’ân’ın hakikatlerini tahkikî bir surette bildirmek
- Öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki…
- Reçete: İttihad-ı İslâm
- Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki…
- Risale-i Nur Anadolu’nun sinesine yerleşmiştir
- Bütün kuvvetimle siyaseti dine âlet ve tâbi yapmaya çalıştım
- Öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki…
- Meşveret, geçici rüzgârlarda muhafaza eder
- Mustafa Sungur’un müdafaasından Risale-i Nur daima parlayacaktır inşaallah
- Adliyede, adalet hakikati hükmetmeli
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun