Vedadan geriye kalan vefa

Vefa kelime manası; sözünde durma, sevgi ve dostlukta muhabbette devam etme, kendini seveni unutmama, alâkayı kesmemektir.

Dürüst olmak, sadık olmak, sözünde durmak  yeminini bozmamak anlamları da vardır.

İnsan yaradılışının hikmeti gereği “Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.” Evet insan bir yolcudur hem de çok az konaklayacak bir misafirdir. Bu yolculuk esnasında pekçok paylaşım yaptığımız dostlarımız, ahbaplarımız, hayatın ağır tekâlifleri karşısında ve ulvî dâvâvamızda bizim yükümüzü hafifleten, içimizi serinleten samimî dostlarımız, kardeşlerimiz çıkar karşımıza. Lâkin gün gelir herkes büyür, hayat sefinesinde bir yerlere savrulur, dağılır, kimisi de ahiret âlemine intikal eder. İnsan zaman zaman bu vedalardan derin bir hüzne kapılır ki evvelden beridir şiirlere, türkülere konu olmuştur.

Yunus Emre’nin dediği gibi;

“Vara vara vardım şu kara taşa
Yazılan geliyor sağ olan başa
Beni hasret eyledin dosta kardaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin Gül benzini soldurdu
Nicesini dönmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.

Hakikî imanı yakalayan birisi için şu söz geçerlidir

“Ölüm güzel şeydir Allah yâr ise
Vedalar güzeldir, vefa var ise”

Risale-i Nur’un bence en lâtif özelliğindendir ki herbirşey her hadise ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibariyle güzeldir. Hakikî bir mü’min için daimi bir hüzne, yeise gerek yoktur yer de yoktur. İşte Kur’ânî bakış açısıyla hadisata bakan biri ölümün yüzüne güler, firakların geçici olduğunu bilir, kaderine rıza gösterir, tevekkülle belâ yüzüne güler ta o da gülsün o güldükçe belâlar küçülür eder tebeddül.

Dünya misafirhanesine gelen her bir yolcu bu hakikatlerle karşılaşır ki dünyanın fani olduğunu bilsin, aslî vatanının Cennet olduğunu unutmasın geçici hüzünlere firaklara ehemmiyet vermesin. Başta kal-ü belâda verdiği ahde vefa göstersin. Sonra Cenab-ı Hakk’ı yani onu en çok seveni unutmasın, her an onun huzurunda olduğunu hissetsin.

İşte en büyük vefa Cenab-ı Hakk’ı bilmek, O’nun emrini yerine O’nu sevmektir.

Vefa denilince şu hatıra gelir aklıma: Zamanın birinde yaşlı bir adam ekmek fırınının önüne gider ve hep bir önceki günün ekmeğini alırmış. Bir, iki, üç beş derken fırıncı ihtiyarın bu haline acımış ve ona taze ekmek uzatmış. İhtiyar durumu fark etmiş yanlış oldu deyip dünki ekmeği rica etmiş. Fırıncı sebebini sorunca “Dün Asr-ı Saadete birgün daha yakındı bunun için evlâdım” demiş.

Ne denli samimî bir muhabbet ve ince bir lâtife.

Efendimizin (asm) Veda Hutbesi’nde bize emanet bıraktığı Kur’ân-ı Kerîm okumak, anlamak, yaşamak ve Sünneti Seniyyeye ittiba etmek de vefadır.

Yavuz Sultan Selim, her gece okuduğu hiç eksik etmediği salâvatı şerifeler, Üstadımızın ve diğer kıymetli Allah dostlarının virdlerine devam edip aksatmaması, tesbihatlarına, tahmidatlarına, devam etmesi ve Nur Talebelerinin başta kendi nefsine okuduğu derslerin Cenab-ı Hakk’ı sevmek, tanımak Resulullah’a (asm) muhabbet etmek, kulluk vazifesini bilmek de vefa değil midir?

Vefat eden büyüklerimize sevdiklerimize bilhassa bayramlarda mezarlığı ziyaret edip ruhlarına hediye edilen duâlar hatimler de dinimizin bize kattığı vefa örneğidir.

Üç günlük fani dünyada hoş bir seda bırakarak vefa gösterenlerden olmak duâsıyla…

Kübra KILIÇ

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*