Vefakâr dostlar…

Bediüzzaman’ın ve Nur Talebelerinin dünyasında hapishaneler birer “Medrese-i Yusufiye”dir. Bilindiği gibi Meyve Risâlesi Denizli Hapsinin bir meyvesidir. Risaleleri yazarken ve okurken vefat edenlerin, sorgu meleklerine kolaylıkla cevap verecekleri anlatılmaktadır.

Yine Bediüzzaman, vefatından birkaç gün önce, adeta vefatını imâ eder tarzında Hafız Ali’ye yazdığı bir mektupta hapiste her bir saatin on iki saat ibadet hükmüne geçtiği müjdesini vermekte ve şöyle demektedir:

“Hastalığına merak etme! Cenâb-ı Hak şifâ versin. Âmin! Hapiste her saat, on saat kıymetli olmasından ve hastalık dahi her bir saat ibadeti, on iki saat ibadet yerinde bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen, bir kısım dermanlar bende var, sana göndereyim. Zaten ortalıkta bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün, her halde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın.” (Şuâlar, s. 519)

Hafız Ali, Denizli Hapishanesinde Üstadı yerine vefat eder ve şehid-i manevî hükmünü alır. Daha sonra Denizli Kabristanına defnedilir. Onun hasenat defterine, yazılan ve okunan Nur Risaleleri sayısınca rahmetler yağmaktadır. “Güzel ve tam yerinde bir tâziyename” notu ile gönderilen bir mektupta Hafız Ali ve Denizli Kabristanı şu sözlerle tebrik edilmektedir:

“Aziz, sıddık kardeşlerim, ‘Her türlü musîbet karşısında söylediğimiz söz şudur: ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz.’ [Bakara Sûresi, 156] Ben hem kendimi, hem sizi, Risale-i Nur’u tâziye ve merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. Meyve Risalesinin hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahate çekildi. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risale-i Nur’un bütün yazılan ve okunan harfleri adedince defter-i a’mâline hasenat yazdırsın. Âmin. Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın. Âmin. Ve kabrinde Kurân’ı, Risale-i Nur’u ona şirin ve enis arkadaş eylesin. Âmin. Ve Nur fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Âmin, âmin, âmin. Siz dahi benim gibi duâlarınızda onu yâd ediniz. Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde mânevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîden ümitvarız.” (Şuâlar, s. 519-520)

Nur Talebeleri vefat eden Nur Talebelerine duâ edip yarım kalan hizmetlerine devam etmektedirler. Onlara göre nerede olurlarsa olsunlar, ayrılık yoktur. Bediüzzaman daha sonra yazdığı bir mektupta şunları söyleyecektir:

“Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zatlar yapmasaydı Kur’ân’a, İslâmiyete büyük bir zâyiat olurdu. Ben, onun vârisleri olan sizleri tahattur ettikçe, o acı gidiyor, bir inşirah geliyor. Medar-ı hayrettir ki, ben şimdi onun mânevî, belki maddî hayatıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasıl ki buradan Isparta’daki kardeşlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile sohbet ediyoruz. Aynen öyle de, Hâfız Ali’nin tavattun ettiği âlem-i berzah, nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş. Hattâ bu gece, mesmuâtıma göre, buradan birisi oraya gönderilmiş. On defadan ziyade teessüf ettim. ‘Niçin Hâfız Ali’ye onunla selâm göndermedim?’ Sonra ihtar edildi ki, selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok; kuvvetli rabıtası telefon gibidir. Hem o gelir, alır. O büyük şehid Denizli’yi bana sevdiriyor; daha buradan gitmek istemiyorum. O ve Mehmed Zühtü ve Hâfız Mehmed, hayatlarında gördükleri vazife-i imaniye ve nuriyeye devam ediyorlar. Onlar pek yakından temâşâ ediyorlar, belki de yardım ediyorlar. Evliya-yı azîmenin dairesinde kıymetli hizmet noktasında mevki almalarından, ben de o ikisinin Hâfız Mehmed’le beraber isimlerini silsilemde aktabların isimleri yanında yâd edip hediyelerimi bağışlıyorum.” (Şuâlar, s. 521-522)

Büyük şehit Hafız Ali’nin vefatı, Bediüzzaman Hazretlerini böyle çok üzdüğü gibi, bütün Nur camiasını da üzüntülere boğmuştu. Merhum Hafız Ali’nin yeri boş bırakılmamıştır. Kendisinden sonrakiler aynı hizmeti devam ettirmişlerdir. Bu durum Bediüzzaman’ı fazlasıyla memnun etmiştir.

Merhum Hafız Ali çok büyük hizmetlere vesile olmuştu. Onun vefatı ile meydana gelen boşluğun nasıl doldurulacağı da şu sözlerle ifade edilmektedir:

“Hakikaten Hâfız Ali, Hâfız Mehmed ve Mehmed Zühtü’nün vefatları, değil yalnız bize ve Isparta’ya belki bu memlekete ve âlem-i İslâma büyük bir zayiattır. Fakat şimdiye kadar bir cilve-i inayet olarak, Risale-i Nur’un bir şakirdi zâyi olduğu zaman, der’akab iki üç tane o sistemde meydana çıktığından, kuvvetle ümitvârız ki, başka şekilde o kahramanların vazifelerini görecek, ümit ettiğimizden ciddî şakirtler çıkarlar, görürler. Zaten o üç mübarek merhum zatlar, az bir zamanda, yüz senelik vazife-i imaniyeyi gördüler. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların yazdıkları ve neşrettikleri ve okudukları huruf-u Nuriye adedince onlara rahmetler eylesin. Âmin.” (Şuâlar, 533-534)

Nurun bahadırlarının vefatları büyük bir kayıptır. Fakat bu hizmet sahipsiz değildir. Birisi gittiği zaman Allah yerine birilerini göndermektedir. Bediüzzaman bir mektubunda Hafız Ali’yle daha sonra vefat eden Hasan Feyzi’yi kıyaslamakta ve şöyle demektedir:

“Hasan Feyzi, aynen şehid Hafız Ali (rahmetullahi aleyh) gibi, benim musîbetimin kısm-ı âzamını kendine alıp mânevî bir fedakârlık eylemiş. Hafız Ali, benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku kuvvetli bir emaredir ki, bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, mânen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden, onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risalesi bizim bedelimize onu tesellî edip iyadetü’l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevaplar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş.” (Emirdağ Lâhikası, s. 317-318)

Binbaşı Asım’lar, Hafız Ali’ler, Hasan Feyziler, Hafız Mehmet’ler, Mehmet Zühtü’ler hayatlarını iman ve Kur’ân hizmetleri yolunda feda etmişler. Daha sonraki Nur Talebeleri de Üstadları gibi vefa göstermişler; onları duâlarla, hatimlerle ve mevlidlerle yâd etmektedirler. Öyle ki, hasenat defterlerine kıyamet kopuncaya kadar sevap yazılmaya devam edecektir.

Vefat eden bütün Nur Talebelerine binlerce duâlar ve rahmetler…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*