Vefatının üçüncü yılında rahmetle andığımız Hakkı Yavuztürk:

Image

Bediüzzaman bütün âleme ders vermiştir

Hakkı Yavuztürk kimdir?

Hakkı Yavuztürk, 1934’de Kemaliye’de doğdu. Sağlık memurluğu yaptı ve bu alanda emekli oldu. 1952’de Risâle-i Nur’ları okumaya başlamış; Bediüzzaman’ı müteaddit defalar ziyaret edip, dersinde bulunmuştur. 5 Ocak 2007’de vefat eden Yavuztürk’ün kabri, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

HATIRALAR

Hakkı Yavuztürk anlatıyor:

* Büyük Üstad, gerek şahsî yaşayışı ve gerekse Risâle-i Nur adlı eserleriyle ve hattâ en küçük tavır ve hareketleriyle İslâmı bütünüyle yaşamış, kendisini dinleyen ve eserlerini anlamış olanları İslâma bağlamış, Kur’ân’a ve Hazret-i Peygamber Efendimiz’e (asm) rapteylemiştir.

Böyle mütefekkir ve her söylediğini yaşamış ve seksen küsûr yıllık hareketli ve bereketli ömrüyle ve eserleriyle, değil yalnız şanlı Türkiye’mize ve mukaddes âlem-i İslâma; belki bütün âlem-i insaniyete ders vermiş, hizmet etmiş bir büyük zât, her akşamdan sora bir sabah olacağı kat’iyyetinde inanmaktayım ki; her cephe ve yönleriyle anlatılacaktır. Bu, onu anlayanların en büyük gayelerinden biridir kanaatindeyim.

* ..Gerçi dinine bağlı bir ailenin çocuğuydum. Babam, annem namaz kılarlardı. Ben o zamanlar daha namazımı (on sekiz yaşında olmama rağmen) tam olarak kılamıyordum. Ama çok içtimaî ve dinî kitaplar okumuştum. Sağlık Okulu ikinci sınıfına, yani Lise 2’ye gitmekle beraber, merak saikasıyla çeşitli mütalâalarım vardı. Fakat, Risale-i Nur bahisleri onların hiç birine benzemiyordu. Meselâ, Gençlik Rehberi’nin bir bölümünde, şöyle deniliyordu:

“Kastamonu’daki lise taleberinden bir kısmı yanıma geldiler. Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar, dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusiyle mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırıyorlar. Allah’tan bahsetmeyen muallimleri değil, onları dinleyiniz.”

Bunlar bambaşka bir izah şekliydi. Fenlerin, ilim derslerinin kendi hususî dilleriyle Allah’tan bahsetmesi hakikatı, müsbet ilimlerle, imanı birleştiren yeni bir bakış açısı getiriyordu. Hazret-i Üstad, her Risâlesinde ayrı ayrı mevzulara temas ederek, bu zamana kadar yazılagelen dinî eserlerden çok farklı izahlar yapıyordu. Bütün bunlar, bizler üzerinde bambaşka manevî bir bomba gibi tesirler yapıyor, mektepte fikrimize yerleştirilmek istenen materyalist fikirleri parça parça ediyordu, diyebilirim… Evet, bekliyorduk ki, yanlış bir lâiklik anlayışı neticesi, ‘Allah’tan bahsetmeyi’ ilericilik ve medeniyetçiliğe zıt sayan öğretmenlerimizin bize devamlı maddecilik telkin eden bunaltıcı havasından kurtulabilelim. Nasıl her fen, her ders, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedermiş, öğrenelim.

* Meselâ, bir gün Onuncu söz adlı Haşir bahsine âit bir meseleyi okuyorduk. O teşbihli ve fevkalâde mantıklı ve güzel izahlı Risâleyi okurken, o kadar tesiri altında kalarak dinliyorduk ki, “Âdeta Roma’yı istilâ ederek, Arşimed’i çalışma yerinde yakalayıp öldürmek veya tevkif etmek isteyen askerlere, onun ‘dairemi bozmayın’ dediği meşhur tarihî olay misâli, etrafımızda olup bitenlerden habersiz, bütün benliğimizi veriyorduk” dersem mübalâğa etmiş sayılmam.

* (Üstad’la ilk görüşmesinden) – (Üstad,) Risale-i Nur’u anlayarak okuyan talebelerinin dalâlet fırkaları da hucüm etse sarsılmayacaklarından, Risâle-i Nur’dan aldıkları iman kuvvetiyle onlara karşı koyacaklarından, Risâle-i Nur’un Kur’ân’a dayandığından bahsetti…

* ‘Kimin himmetli milleti ise, o tek başına bir millettir’ vecizesini Risale-i Nur’da beyan eden Hazret-i Üstad, her talebesinin âdeta tek başına dâvayı omuzlayacak bir himmete hareket etmesini istemekteydi… Herbirimiz o şahs-ı manevînin birer âzası olmaya çalışıyorduk. Bazılarımız, başta ben, belki bunu idrak edemiyorduk ama, Üstadımız şuurla bunu istiyordu.

(Son Şahitler, c. 4, s. 427)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*