Vehbî-kesbî ilim ve Risâle-i Nur

Risâle-i Nur’da hem kesbî, hem de vehbî (ledün) ilmin verilerini bol bol bulmak mümkündür. Peki, kesbî ve vehbî ilim ne demektir?

İnsanoğlunun ilim denizinden aldığı bilgi iki türlüdür: Kesbî ve vehbî.

1- Kesbî: Allah’ın tabiata koyduğu “kevnî kanunlar” çerçevesinde çalışarak elde edilebilecek “ilme’l-yakîn” (ilim seviyesinde kesin bilgi), “ayne’l-yakîn” (müşahede-gözlem seviyesinde kesin bilgi) ve hakka’l-yakîndir” (tecrübe, kalb-sezgi, vicdan ve kanaat-i kat’iye seviyesinde kesin bilgidir).

2- Vehbî: Bâzı mânevî özelliklere hâiz özel kişilere, özel olarak hîbe edilen ve “ilm-i ledün” denen gizli, hâfî, bâtın, gaybî/metafizik bir bilgidir. Ledün ilmi, mâneviyat sahiplerinden, “hakka’l-yakîn” mertebesine çıkan bazı kişilere taraf-ı İlâhîden hibe edilir. Ledün ilminin hakikati, Kehf Sûresi’nin 60-82. âyetlerinde, Hz. Mûsâ ve Hz. Hızır’ın (as) mâceraları nakledilirken dikkate sunulur. İsmini de 65. âyette geçen “ledün” kelimesinden alır. Âyette geçen “Rabbin istedi ki” tâbiri, “ledün” ilminin püf noktasıdır ve O’nun sırlarını istediklerine açacağına işâretlerden biri olmalıdır.
Bediüzzaman’ın kesbî ilmi deryalar gibidir: 1882 yılında başladığı medrese tahsilini; mükellefiyet çağına varmadan, 1888’de tamamlar, diploma alır. 1884’te, Van’da, kitap dolu konaklarda kaldığı sıralarda; bu asırda yalnız eski tarzdaki Kelâm ilminin (İslâm felsefesinin) İslâm dîni hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat getirmiş ve fünûnun (pozitif, fen ilimlerinin) tahsiline lüzûm görmüştür. Bütün fenleri tetebbua, incelemeye, araştırmaya başlayarak, pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat (matematik), jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe gibi ilimlerin esaslarını; fen ve felsefeden İslâm’a gelen hücûmları def edecek ve modern ilimlerde kitap yazabilecek ve uzmanlarıyla münâzarâya girebilecek derecede öğrenmiştir. Okyanuslar gibi fen, sosyal ve mânevî ilmini, kendi kendine araştırarak ve kitapları mütalâa ederek elde etmiştir.
Bediüzzaman’ın ilme vukufiyeti (derinliği) tartışmasızdı. 1907’de, İstanbul’a gittiğinde; Fatih’te kaldığı Şekerci Han’ın kapısına, “Her suâle cevap verilir, her müşkül halledilir, fakat, suâl sorulmaz!”  diyerek ilim dünyasına meydan okur! Bu, dünya çapında bir olaydır… Çünkü, yaşı daha 29’dur ve herhangi bir branş belirtmemiştir. Fizikçiler, kimyacılar, sosyal bilimciler, din âlimleri, öğrenciler bir araya gelip sabahlara kadar en zor soruları hazırlar ve gruplar halinde yine sabahlara kadar sorarlar. Ve sanki akşam beraber hazırlamışlar gibi takır takır sorularının cevaplarını alırlardı. Bediüzzaman’ın vehbî ilmine gelince, bu da ummanlar gibidir. Risâle-i Nur Külliyatı olarak tezahür etmiştir. Bediüzzaman, Risâle-i Nur eserleri için şunu söyler:

“Sesim yetişse bütün küre-i arza [dünyaya] bağırarak derim ki: Sözler [Risâleler] güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîmin hakaikinden telemmu’ etmiş [parıldamış] şuâlardır [ışık huzmeleridir].” 1

Dipnot: 1- Mektubat, s. 358.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*