Vehhabîlik damarı

Vehhabîler meselesine Mektubat’ta sorulan bir sual üzerine izah getirilmiştir. (Bu meseleyi anlamak için 28. Mektub’un 6. Risale olan 6. Meselesinin tamamının okunması çok önemlidir)
Bediüzzaman hazretleri Vehhabîliğin, kökü derin olan bir mesele olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü geçmişi Sahabeler zamanına dayanmaktadır.

Esesan ecdadı Necid sekenesinden olan Haricîlere dayandığından ve Hz. Ali’nin haricîlerin yapmış oldukları içtihadlarla sapkınlık boyutuna varan yanlışlarına kılıç çekmesine binaen Hz. Ali’nin (ra) faziletlerine derinden bir adavetleri olduğundan ve Hz. Ali (ra) “şah-ı velayet” ünvanı kazandığı için, Haricîlerin bayraktarı olan Vehhabilerde velayet ehlini inkar damarı bulunmaktadır.

Ayrıca yine 28. Mektup’ta Vehhabîlerin mezheb-i ehl-i sünneti, Şialara karşı müdafaa ettiklerini iddia ederek; Hz. Ebu Bekir’in (ra) Hz. Ali’den efdaliyetini öne sürüp Hz. Ali’nin ra. kıymetini çok düşürdükleri anlatılmaktadır. Bunun yanı sıra Muhyiddin-i Arabî (ks) gibi çok mühim evliyayı inkar ettikleri tarihte görülmektedir.

Vehhabîler kendilerini Hanbelî mezhebinden saydıklarından ve Ahmed ibni Hanbel’in Alevîlere olan muhalefetkârane mezhebinden istifade ederek din namına bazı evliyaların türbelerini tabrib etmeye varan faaliyetlerinde de “halis tevhide münafi ve sanemperestliği ima edecek her şeyi reddetmekliği kaide” edindiklerini belirterek ifrat derecedeki tahribatlarında kendilerini haklı zannediyorlar.

Oysa istikamet dairesi hadd-i vasattır ve Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat her şeyde hadd-i vasatı yol edinmiştir. Hem “Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali’nin (ra) tarafdarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali’yi (ra) lâyık olduğu sena ile” zikretmişlerdir. (Lem’alar, 58) Bununla beraber Ehl-i Sünnet Velcemaat sahabeler zamanındaki bazı fitneler hakkında konusunda bahis açılmasını men etmişlerdir.

Zaten bu zamanda ehl-i imanı şaşırtarak şeairi bozmaya çalışan iman aleyhinde kuvvetli cereyanlar olması cihetiyle ihtilaf konusu olan bahislerle münakaşa kapısının açılmamasının gerekliliğine binaen ehl-i vukuf uyarılarda bulunmuştur. Hem Nur mesleğinde de Al-i Beyt’e muhabbet esastır. Ve Üstadımız Bediüzzaman da, “hakaik-i imaniyede hususî üstadım İmam-ı Ali’dir” buyurmaktadır. Hem Risaletü’n-Nur eserleri, Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin bir manevî hediyesidir.

Ayrıca asrımızda ehl-i bid’attan olan “Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-i Teymiye ve İbn-ül Kayyim-il Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreblerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar”ın Risale-i Nur’un mesleğinde bir esas olan Al-i Beyt muhabbetine binaen Nur şakirdlerine darbe vurmaya kalkıştığı da görülmektedir.

Bunun yanı sıra Kastamonu Risalesi’nde bu asırda, zamanın başkalaşmasını bahane edip Vehhabilik ve Melamiliğin bir nev’ine zemin hazırlamak tarzında şer-i ruhsatların bazılarını perde yaparak eseler yazanların bulunduğu aktarılarak “hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesi” olan Risale-i Nur’ları okuyarak onun şakirdi olan zatların zarurettir diyerek zamanın fetvalarıyla bu esasları asla terk etmemesi gerektiği de anlatılmaktadır. Bu ve bunun gibi nedenlerle “Vehhabîlik damarı, hiçbir cihetle Nur’un hakikî şakirdlerinde olmamak lâzım geliyor.”

(Tarihçe-i Hayat 623- Emirdağ Lahikası, 263)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*