Vesvese virüsü

Şüphe, vesvese, tereddüt…

Bunların her biri, amansız ve eminsiz birer virüse benzer. Sars, Mers, Koronavirüsü nasıl maddî bir hastalık olarak kişiyi ölüme kadar sürüklüyorsa, bunlar da birer mânevî virüs gibi bulaştığı kişileri helâk olma noktasına kadar sürükleyebiliyor.

Hem maddî, hem mânevî, her iki virüsten de sakınmak ve gerekli tedbirleri almak icap ediyor. Zira, işin hiç şaka götürür tarafı yok. İkisi de hayatımızı sıkıp mahvedebiliyor.

Maddî virüslerin semptom etkisi nasıl kişiden kişiye değişiyorsa, vesvese hastalığı da benzer tarzda bir tesir gücüne sahiptir: Kimini nezle eder, kimini zatürre; kimini yatağa düşürür, kimini entübe eder; kimini takattan düşürür, kimini de hayattan koparıp götürür.

Manevî virüs dediğim şüphe ve tereddüt hastalığı sebebiyle, abdest-namaz ve sâir ibadetleri terk edenlerin sayısı az değildir. Keza, aynı hastalığın tesiriyle, ayrılan, dağılan, boşanan ailelerin sayısı da öyle. Bu amansız illet yüzünden, canına kıyan, intihara kadar giden kimseler var.

Bütün bu sıkıntıların öncelikli sebebi, vesvesenin mahiyetini bilememekten kaynaklanıyor. O halde, biz de bu mühim yaraya merhem olacak pek mühim bir tiryak sunarak, mevzuya öyle devam edelim. Şöyle ki:

“Ey maraz-ı vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musîbete benzer; ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür; küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir; mahiyetini bilsen, onu tanısan, gider.” (21. Söz’ün 2. Makamı)

Bu nakilden sonra, şimdi de siyasî ve içtimaî hayata dair şüphe, vesvese, tereddüt bahsine ve hallerine bakalım.

Şükürler olsun ki, ilmen, fikren ve itikaden istifade ettiğimiz eserler manzumesi, Kur’ân’ın malı olup kudsî ve sağlam temellere dayanıyor.

İşte, o kudsî eserlere istinad ile sımsıkı bağlı kalarak ve başkaca hiçbir tesir altında kalmaksızın siyasî ve içtimaî gelişmeleri yorumlamaya ve hazmettiğimiz fikriyatı açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koymaya gayret ediyoruz.

O halde, neden şüpheye, vesveseye, tereddüde düşelim ki… Bize hiç yaraşmaz ve yakışmaz böyle şeyler.

Evet, kudsî hakikatlere dayanan, sağlam temellere istinad eden ve bilhassa bugüne kadar meydana çıkmış dünyevî bilumum cereyanlara karşı mukavemet edip yol gösteren bir fikriyatın sahiplerine asla yaraşmaz ve yakışmaz şüphe, tereddüt gibi şeyler.

Evet, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, tereddüt denen şey, bir çeşit virüs eseri nezleye benzer.

Bu zamanda, başta kendini ve muhtaç biçareler kısmını kurtarmaya, ümmet-i Muhammedi (asm) selâmet sâhiline çıkarmaya ve bilhassa yeni nesillerin mâneviyatını yakan ateşleri söndürmeye çalışan, bu uğurda çaba göstermeyi mukaddes bir vazife bilen bizler, şayet böylesi bir “tereddüt nezlesi”ne yakalanacak olursak, acaba arayış içindeki cemiyetin, insanların hâli nice olur? Bunu hiç düşündük mü? Düşünüyor muyuz?

Âcizane kanaatimiz şudur ki: Cemiyeti alâkadar eden ehemmiyetli mevzularda biz şayet “nezle” gibi olursak, cemiyet içinde bizlerin fikriyatından yardım ve medet bekleyenler bir nevi “zatürree” olur.

İşte, onun içindir ki, böyle bir duruma düşmeye ve böylesi bir konumda görünmeye hiçbir sûrette hakkımız yoktur.

Cemiyeti ve insanları, doğruluğuna kat’î kanaat getirdiğimiz imanî ve içtimaî hakikatler noktasında aydınlatmaya mecbur ve mükellefiz.

Üstad Bediüzzaman ve onun sâdık şâkirdleri, seksen–yüz senedir hep bunu yapageldi. Biz de onların bu meyanda yaptıklarını başımızda bir şeref tâcı gibi taşıyarak hizmetimize ve neşriyat faaliyetimize devam ediyoruz. Değil mi ki, Hakk’ın hatırı âlidir ve hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.

Kendi hizmetlerimizle meşgul olurken, ayrıca kimseyi kırmak gibi bir gayemiz, maksadımız da yoktur ve olamaz. Bundan dolayı da, kimseye küfür-hakaret etmeyiz.

Keza, siyasî gelişmelere tarafgir bir nazarla değil, hak nâmına ve Hakk’ın hatırını âli tutmak hesabına bakmak durumundayız. Bu tavrımız yüzünden, yine de bazılarının hatırı kırılıyorsa, bunda bizim bir suçumuz, günahımız olmasa gerektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*