Veylün lilarab Min şerrin kad iktarab(1)

Peygamberî bakışın İslâm tarih ve coğrafyasında tam beş asır önce gördüğü ve ümmetini yaklaşan felâketlerden haberdar ettiği başlığımızdaki sözler, zihnimde daima şimşeklerin çakmasına sebep olmuştur. Allah’ın müsaadesiyle yaratılışa başlanan noktadan dürülüşe kadar bütün manzaraların kendisine gösterildiği şefkat ve refet timsali Efendimizin (asm) ümmetinin ve bilhassa Âl-i Beyt’inin başına gelecek o acıklı ve ıztıraplı hadiseleri önceden görmeleri, onun refetini mutlaka incitmiştir. Şu yazımızda birbiriyle alâkalı ve hatta iç içe geçen iki hadise arasındaki alâkayı, yardımınızla birlikte takip edelim.

Öncelikle, Peygamberlik vazifesinin devamı cihetiyle Âl-i Beyt’e düşen vazifeyi kaydedelim. Dinin tesisi ve İslâmın kendisinden sonraki inkişaf, tekemmül ve muhafazasında kitap ve sünnet çerçevesinde Ehl-i Beyt’ini de görevli gören Peygamberimizin (asm) bilhassa Hz. Ali ile ilgili söyledikleri bu konuda fevkalâde önemlidir.

Hz. Ali’nin din olarak İslâmın tesisi ve yorumunda karşılaştığı büyük güçlükleri bilenler, Âl-i Beyt’in hem misyonunu ve hem de ümmeti ve İslâmiyeti hedef alan binbeşyüz senenin en büyük musîbetlerinin bu kahramanlarla alâkasının sırrını da elbette merakla öğreneceklerdir.

Emevîlerin bilhassa ilk dönemlerinde Âl-i Beyt’e yapılan haksızlık ve zulme paralel olarak ümmet içinde Emevîler aracılığıyla Arap ırkçılığı da inkişaf etmiş. Bu ırkçılık fikri hem İslâmın altın dönemini yavaşlatmış ve hem de insanlığın inkişafını hızlandıracak asıl aydınlanmayı maalesef durdurmuş. Âl-i Beyt’in misyonunu hatıra getirmeyenler, Emevî istibdadıyla, haricîlik, kaderîcilik ve şialıkla İslâmın musaffa düşüncesini karıştıranları Peygamberimiz (asm)  ta öteden ikaz ediyor:
“Veylün lilarab… Min şerrin kad iktarab…”

Çok ilginçtir ki, yukarıdaki özlü mu’cizevî sözün açılımını İmam-i Ali (ra) Ercüze kitabında yapıyor: “ – Dokuz karn sonra, Arap olmayan şark kavimleri Arab’ın üzerine yürüyecek. Galip gelecekler ve onları hayvanlar gibi kesecekler.” İslâm âlim ve tarihçileri istikbalin perdelerine yansıyan bu mu’cize ve kerametle alâkalı Çingiz ve Hülagu’nun 5. ve 6. asırlardaki felâketlerini gösteriyorlar…

Ortaasya’dan Maveraünnehir üzerinden Bağdat, Basra ve Harran’a taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacak şiddetle esen sam fırtınasını Peygamberimiz (asm) kısaca, İmam-ı Ali ise tafsilatlı olarak haber vermişler. Ümmetin kıyamete kadar sürecek hayatını sarsan bu ilk sadmeyi başka sadmeler de takip etmiş ve ediyor, kanaatindeyiz.

Mu’cize devam ediyor

Birinci Dünya Savaşını Bediüzzaman Kur’ânî bir ifade ile Zelzele-i Kübra olarak nitelendiriyor. Ümmeti Osmanlıyı ve bilhassa Arabı hedef alan o dehşetli kasırgayı, Cenâb-ı Hakk Kur’ân’ın Nurunu Anadolu’da yakarak durdurdu. Birinci darbeyi Şarkın Şimalinden alan ümmet bu son öldürücü darbeyi de Garbın Şimalinden alacaktı. II. Dünya Savaşından sonra Hz. Mesih’in de (as) yardımıyla ümmet tekrar güzel bir yola girmişken cehalete giriftar manevî bedene bu defa da frengî illeti denilen IRKÇILIK mikrobu musallat oldu. Hz. İsa’nın (as) manevî yardımlarıyla bağımsızlıklarına kavuşmuş İslâm devletleri, Avrupa’da olduğu gibi yavaş yavaş şer’î hürriyetlerine kavuşacakları zamanlarda, ırkçılık fikrinin Araplarda yayılmasıyla birlikte, kader diktatörlere fetva verdi. Herkesin onları yoksullukla anacakları dönem ve şartlarda, çölün derinliklerine Rabbimizin doldurduğu nimetin kıymetini de bilemediler… Bediüzzaman’ın 1911’lerden sonra Şam-ı Şerif’teki bütün çabalarına rağmen uykuya devam ettiler. 1955’lerde Arap âleminde milyonlarca olarak nitelediği talebeleri de vazifelerini yapmayınca, kanaatimize göre bu defa Süfyan ile Deccal ittifak halinde Arapların üzerine Çingiz ve Hülagu kesildiler. Kimi gökten kimi yerden, kimi Amerika’dan kimi Avrupa’dan çıkarak Arapları öldürdüler. Son katliâmlara hangi adı koyarsanız koyun, netice değişmiyor. İki milyon küsûr Arab’ı Bağdat’ta, Misrata’da, Aden, Şam, Kahire ve Basra’da öldürenler, bundan tam dokuz asır önceki Arapları öldüren fitneden başkası değildi.

Hutbe-i Şamiye’yi okuyarak Arab’ın fecr-i Sadıkını beklerken, içinde bulunduğumuz zamanın şartlarını da nazarda tutmamız gerekirdi. Kaderin Kemalizm belâsından mübarek beldeler hürmetine kurtardığı  Araplar, Osmanlının başına gelmiş musîbetten tam ders almak zorundalar. Yoksa Kemalizm ile Marksizm yeni yeni Hülagu fitnelerine zemin hazırlayacak diye endişe ediyoruz. Hem de Siyasal İslâmcıların şemsiyeleri altında…

Dipnot:
1- Yaklaşan bir kötülükten dolayı yazık oldu Arab’a… Buharî

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*