Viyana´ya uzak olmak

Image

Avusturya’da olup da Viyana’ya uzak olmanın hüznü, sanırım Türkiye’de, İstanbul’a uzak yaşayanların hüznü gibidir. İstanbul’u sevmenin, İstanbul’u özlemenin, kendine has gerekçeleri vardır. Bir de Ankara’yı düşünün, mecbur kalmadıkça uzaklardan kalkıp kim oraya gitmek ister ki..(Ankara’daki gönül dostlarımız ve okurlarımız bizi oraya mecbur eden unsurların başında gelir.)

Derdi olan, başı ağrıyan Ankara’ya koşar ama, çoğu zaman derdine deva değil, dert katar. İstanbul’a ise, ya iş ve ticaret ortamı ve hakikaten derde deva bulmak için göçülür, ya da imkânlar nisbetinde gezip görmek, tarih ve kültür soluklamak için gidilir.

Viyana, Avusturya’nın başşehri olmasına rağmen, bürokratik meselelerde vatandaşın buraya pek de işi düşmez. Zira bu ülkenin idarî sistemi, vatandaşı bürokratik ve idarî konularda Viyana’ya mahkûm etmiyor. Bu yönüyle de İstanbul’a benzemektedir.

«««

İstanbul, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Aslında o, 1453’ten sonra dünyanın bir kültür başkenti olma özelliğine zaten sahip olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u, farklı inanç ve kültürlerin barışık olduğu bir bilim ve kültür merkezi haline getirmiştir. Yirminci yüzyıl içinde cereyan eden işgaller ve Cumhuriyet dönemindeki darbeler ve antidemokratik uygulamalar, İstanbul’un bu özelliğine ve güzelliğine gölge düşürmüşse de, bunun böyle devam etmeyeceği kesindir.

Şimdilerde Viyana, eski İstanbul’un misyonunu üstlenmiş gibi.. Burada inanç ve fikir hürriyetinin, demokrasi ve insan haklarının korunması (siyaseten sancılı geçse de) resmen ve devlet politikası olarak gözlenmektedir. Türkiye’de başörtüleri dolayısıyla okuma hakkından mahrum bırakılanların adeta sığınak yeri olmuştur Viyana. Bu hal, tarih boyunca insan haklarının bütün dünyada takipçisi olan Osmanlı mirasına sahip bir ülke için üzücü ve düşündürücü olmalıdır. Ülkemizde bu antidemokratik uygulamaların devam etmesi biraz da halkımızın, haklarını haklı zeminlerde aramasını çok da iyi bilmemelerinden ileri geliyor. Hani şu Aziz Nesin’in Türk halkı hakkında meşhur tesbiti var ya.. Haydi o tesbiti biz ona iade edelim de, ya peki Makyavelli’nin yüzlerce yıl önce, Türklerle Fransızları karşılaştırmasına ne diyelim? Ona göre, “Fransızları ele geçirmek kolay, ama idare etmek zordur. Türkleri ele geçirmek zor, ama idare etmek kolaydır.”

«««

Kış aylarında Avrupa şehirleri bir başka çekici olur. Süslenip püslenip bütün güzelliklerini ortaya döker. Bu güzellerden biri de Viyana’dır. Cenap Şahabettin’e göre, “Viyana’da biraz Paris, biraz Beyoğlu rayihası vardır. Sonradan görme bir şehir olmayan Viyana sokakları insana kollarını açar.. Şehirde Habsburg hanedanı kadar kıdemli bir asalet hissi solunur. Din ve san’at, savaş ve sevgi, siyaset ve fikir burada beraberce yaşamıştır.”

Cenap Şahabettin’in değinmediği bazı noktalar bizden gelsin:

Viyana’ya yolunuz düşerse; Belvedere sarayını, Osmanlı kuşatmasıyla ilgili malzemeleri de saklayan askerî müzeyi, Schönbrunn sarayını, Stephansdom’u, Osmanlı izlerini taşıyan Kahlenberg tepesini ve Türkenschanzpark’ı gezmeden ve bu parkta dostluk nişanesi olarak yaptırılan Yunus Emre Çeşmesini görmeden Viyana’dan ayrılamayacağınıza eminim. Viyana’yı tepeden kuşbakışı izlemek için Praterde (Luna Parkda) dönme dolaba binmeniz, suların içinden görmek isterseniz Tuna Nehri’nde bir tekne gezisi yapmanız gerekecek. Prater içinde Lunaparkta Viyana’nın sembollerinden olan Riesenrad (Dönme Dolap) onbeş vagonludur. Eski Viyana’nın Ortaçağ dönemi sokaklarını geçip Schwedenplatz’a kadar yürümek, Viyana’yı hissetmek için iyi bir fırsattır. Sokaklarında asilzadeler gibi atların çektiği bir arabada gezmek istiyorsanız, Viyana faytonlarıyla bir şehir turu yapabilirsiniz. Bu arada, at ve kahve kültürünün, Osmanlı kuşatması sırasında Viyana’ya geçtiğini unutmamalısınız. Kahve ve at, Osmanlı ordusuyla Batı’ya geçmiştir.

«««

Avusturya’da yaşayan biri olarak Viyana’dan uzaklığımızdan yakınalım derken, meramımızdan uzaklaştık.. Viyana, İstanbul’u çağrıştırırken, her ikisi İmparatorlukları hatırlatıp, tarihten ses getirdi. İstanbul ile Viyana arasında tarihî serüven olarak büyük benzerlik bulunur. Viyana, İstanbul tarafından iki defa kuşatılmasına rağmen alınamamış ve çöken iki İmparatorluğun başşehirleri olarak tarihe mal olmuşlardır. Sonuçta kimin kazanıp, kimin kaybettiğini Mevlâ’mız bilir. Zira mağlûpken bile galip sayılmak, tarihî misyonumuzun ve imanımızın bize bıraktığı en güzel mirastır. Zira bundan sonrasında asıl olan manevî kuşatmalar olmalı ve bu kuşatmalar ile insanlığın kurtuluşu hedeflenmelidir. Kıyamet kapımızda iken, toprak hırsına kapılmanın bir âlemi yoktur. Her ülkenin kendi sınırları, (eğer gasıp değilse) her millete mübarek olsun. Yeter ki, sınırlar insanlık namına her türlü güzelliğe, yeniliğe, mükemmelliğe, bilime, düşünceye ve maneviyata açık tutulsun. Yeter ki kazanan insanlık olsun.

«««

Viyana’ya uzaklığımı her düşündüğümde, Ahmet Kutsî Tecer’in şu mısraları dilime düşer:

Orda bir köy var, uzakta / O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da / O köy bizim köyümüzdür.

Siz, isterseniz “köy” yerine “kent” diyerek, aynı mısraları kendi adınıza kullanabilirsiniz. Rusya esaretinden dönüşünde Bediüzzaman’ı da misafir eden Viyana için, “Gezmesek de, tozmasak da; o kent bizim kentimizdir” diyebilirsiniz.

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*