Vücud mertebeleri

Lemaat adlı eserinde Üstad Said Nursî “Vücud, âlem-i cismanîde münhasır değil” başlığında belirttiği gibi; “Vücudun hasra gelmez muhtelif envaını, münhasır olmaz, sıkışmaz şu şehâdet âleminde. Âlem-i cismanî bir tenteneli perde gibi, şûlefeşan gaybî avâlim üzerinde.”1 demektedir. Yani, vücut mertebeleri, çeşitleri o kadar çoktur ki, bizim gördüğümüz, şahit olduğumuz bu âlemle sınırlı değildir.

Meselâ insan olarak biz bir cisim, bir varlık, bir nesneyiz. Ama bizde de, yani, “İnsanda cisimden başka akıl, kalp, ruh, hayal, hafıza gibi manevî vücutlar (varlıklar da) vardır..”2

Yine meyvenin 11. Meselesi’nde bahsedilen “..manevî, ilmî, gaybî mevcudat” ta vardır.

Onun için, “Vücut mertebeleri muhteliftir. Ve vücut âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücutta rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder (içine alır). Meselâ, âlem-i şehadetten (görülebilen âlemlerden) olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hafıza, âlem-i mânâdan bir kütüphane kadar vücudu (bilgileri) içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i haricîden olan o ayna ve o hafızanın şuurları ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücud-u haricîleri kuvvetiyle, o vücud-u mânevîde ve misalîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek, vücut rüsuh peydâ ettikçe (Varlık kuvvet ve sağlamlık kazandıkça), kuvvet ziyadeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücut rüsuh-u tam kazandıktan sonra, maddeden mücerred ise, kayıt altına girmezse, o vakit cüz’î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir.“3

İşte, aynen bunun gibi, şu içinde yaşadığımız kâinatın Sâni’i, bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, Vâcibü’l-Vücud’dur. “Yani, O’nun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi (yokluğu) mümtenidir (imkânsızdır), zevâli muhâldir ve tabakat-ı vücudun en râsihi (vücut tabakalarının en sağlamı), en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücut, O’nun vücuduna nispeten gayet zayıf bir gölge hükmündedir. Ve o derece Vücud-u Vâcib, râsih ve hakikatli; ve vücud-u mümkünat o derece hafif ve zayıftır ki, Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sair tabakat-ı vücudu evham ve hayal derecesine indirmişler, “Lâmevcude illahu” demişler. Yani, “Vâcibü’l-Vücuda nispeten başka şeylere vücut denilmemeli; onlar vücut ünvanına lâyık değillerdir” diye hükmetmişler.

İşte, Vâcibü’l-Vücudun hem vâcib, hem zâtî olan kudretine karşı, mevcudatın hem hâdis, hem ârızî vücutları ve mümkünâtın hem kararsız, hem kuvvetsiz sübutları, elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir.”4 Demek, vücud mertebelerinin en sağlamı, en kararlısı, en sabiti (!) Vacibü’l Vücud olan Cenâb-ı Hakk’ın vücududur.

“Binaenaleyh, ilm-i muhit-i ezelîde temessül eden imkânî vücutlar, vücud-i vücubînin tecelliyat-ı Nuriyelerine âyine ve ma’kestirler. Öyle ise, ilm-i ezelî imkânî vücutlara âyine olduğu gibi, imkânî vücutlar da vücud-i vücubîye âyinedir. Sonra, o imkânî vücutlar, ilm-i ezelîden vücud-i haricîye intikal etmişlerse de, vücud-i hakikî mertebesine vâsıl olmamışlardır.”5 Ve olamazlar da.

M.Fahri Utkan

Dipnotlar:
1- Sözler. Lemaat, 1137.
2- Sözler, 297.
3- Mektubat, 421-422. yeni tanzim.
4- Mektubat, 421-422. yeni tanzim.
5 -Mesnevî-i Nuriye, 232, 23.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*