Yahûdî ve Nasarâ’ya muhabbet meselesi

Allah Ankebut Sûresi’nde “Kitap ehliyle ancak en güzel bir yoldan mücadele edin; güzellikle, yumuşaklıkla, delil ve ispat yoluyla onlara hakkı anlatın; ancak onlardan zulme sapanlar müstesnadır.

Onlara deyin ki: ‘Bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim İlâhımız da sizin İlâhınız da birdir. Biz ancak O’na boyun eğeriz.”1 buyurur. Bu mânâyı teyit eden diğer âyet-i kerimenin meâli de şöyledir: “Sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmaktan ve adalet etmekten Allah sizi men etmez. Şüphesiz ki, Allah adalet edenleri sever.” “Ancak Allah sizinle din hususunda savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanları dost edinmekten sizi men eder. Kim onları dost edinirse işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir.”2 Meâli verilen bu âyetler gibi daha birçok İlâhî emirler ve hadis-i şeriflerle Müslümanların ehl-i kitapla münasebetlerinin esasları belirtilmiştir. Dinimiz, hiçbir zaman onları “kâfirdir” diye saf dışı bırakıp alâkayı kesmemizi emretmemiş, onlarla dünya işlerinde anlaşmalar yapmayı, ortak hareket etmeyi meşrû saymıştır. Yahûdi ve Hıristiyanlarla yapılan bu gibi münasebetler, Kur’ân-ı Kerîm’in, “Yahûdileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”3 hükmüne aykırı değildir. Âyette yasaklanan dostluk, bir inanç olarak Yahûdiliği ve Hıristiyanlığı benimsemek, o yanlış inançlara dostluk göstermek mânâsınadır. Bir ehl-i kitabın ilminden, san’atından faydalanmak üzere kendisiyle dostluk kurmak bu yasağa girmez.4 Demek ki “Onlarla dost olmamız medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir (güzel görüp almaktır). Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asâyişi muhafazadır. Çünkü, “Daire-i itikatı daire-i muamelata karıştırmaya mecburiyet yoktur.”5

Kanâatimiz odur ki Risâle-i Nur çok meselede olduğu gibi Yahudî ve Nasarâ ile muhabbet meselesini de tam olarak halletmiştir. Çünkü Risâle-i Nur, din nokta-i nazarından müceddid konumundadır. Müceddidler Müslümanların müşkül meselelerini hallederler, dinî konularda ehliyet ve selâhiyet sahibidirler. Bu sebeple Yahûdî ve Nasarâya muhabbet meselesini de Risâle-i Nur’a müracaat ederek anlamak ve itminan-ı kalb ile kabul etmek istiyoruz.

Yahudî ve Nasarâ ile muhabbet meselesine Risâle-i Nur’dan en muknî yer:

Sual: “Yahudî ve Nasarâ ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır: Ey iman edenler! “Yahudîleri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”6 Bununla beraber nasıl ‘dost olunuz!’ dersiniz?”

Cevap: Evvelâ: Delil, kat’iyyü’l-metin olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Hâlbuki, tevil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyit olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de, hüküm müştak üzerine olsa, mehaz-ı iştikakı illet-i hüküm gösterir. (Hüküm, türetilen kelime üzerine bina oluyorsa, kelimenin türetildiği kaynak, hükmün asıl sebebi oluyor. Yani “dostluk kurmayın” emri âyetin hükmüdür, bu hükmün bina edildiği kelimeler ise Hıristiyanlık ve Yahudilik kelimeleridir. Öyle ise kelimenin türediği kaynak; Hıristiyanlık ve Yahudilik dinleridir. Yani siz Yahudilik ve Hıristiyanlık dinini dost edinmeyin anlamına geliyor. Zira âyette nazara verilen şahıs değil, şahsın sıfatlarıdır. Bunun için de dostluk kurulmayacak olan cihetler onların itikadları, dinlerine bağlı ayinleri ve ahlâkları ile hayat tarzlarıdır. Yoksa san’at, mehasin-i medeniyet ve terakkileri alınabilir ve iktisab edilebilir.) Demek bu nehiy, Yahudî ve Nasarâ ile Yahûdiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir.(Demek ki Kur’ân’ın “Ey iman edenler! “Yahudîleri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”7 nehyi onların Yahûdiyet ve Nasraniyet olan âyineleri; yani dinlerinden onların hayatına yansıyan ve bizim kabul edemeyeceğimiz Müslüman olmayan sıfatları ve hayat tarzları itibarıyladır.) Hem de, bir adam zatı için sevilmez; belki, muhabbet sıfat veya san’atı içindir. Öyle ise, her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfât ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa, elbette seveceksin!” Bu nokta Risâle-i Nur’da genişçe şöyle işlenmiştir: “Bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından”8 veya “Bir Müslimin her bir sıfatı Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi, bir kâfirin de her bir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım değildir.”9 İşte bu itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir değildir.10 Belki de asırlardır iltibas edilen ve çokça da su-i istimal edilen bir meseleyi Bediüzzaman Hazretleri harika bir şekilde izah ve ispat etmiştir.

Bir diğer ehemmiyetli cihet de şudur: “Zaman-ı saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhanı (zihinleri) nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayrimüslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin şimdi âlemdeki, bir inkılâb-ı acib-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhanı (zihinleri) zapt ve bütün ukulü (akılları) meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserîsi, dinlerine o kadar mukayyet değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dâhil değildir.”11

Dipnotlar
1- Ankebut Sûresi 46. Âyet.
2- Mümtehine Sûresi 8 ve 9. Âyetler.
3- Maide Sûresi: 51.
4- https://sorularlaislamiyet.com
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 247.
6- Maide Sûresi: 51.
7- Maide Sûresi: 51.
8- Eski Said Dönemi Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), s. 450.
9- Eski Said Dönemi Eserleri (Rumuz), s. 513.
10- İşârâtü’l-İ’câz, s. 356.
11- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 247.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*