“Yalan, bir lâfz-ı kâfirdir”

Başlıktaki söz, Üstad Bediüzzaman’a ait. Sözler’in sonundaki Lemaat’ta geçiyor.

Yalan, günümüz siyasetinde çok revaç bulduğu için, üzerinde hassasiyetle durmak icap ediyor.

Evet, yine Üstad’ın ifadesiyle “Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi”, hepimizi derinden derine düşündürüp teyakkuza, ciddiyete ve daha bir dikkatli olmaya sevk etmesi lâzım.

* * *
12 Temmuz’ta toplanan Yeni Asya Temsilciler Meclisinin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun destekleneceği yönündeki kararından sonra, aleyhimizde tam bir kara propaganda furyası başlatıldı.

Hem öyle bir kara propaganda ki, her türlü yalana cevaz verildi, her türlü iftiraya çanak tutuldu, her türlü ithama aferin çekildi.

Öyse, başlıkta da nazara verdiğimiz gibi, “Yalan, bir lâfz-ı kâfirdir.” Mü’mine yakışmadığı gibi, bu zamanda cevazına izn-i şer’i de yoktur.

Evet “Yalana yer hiç yoktur; çendan olsa faydalı.” (Sözler, s. 652)

Yani, faydalı olacağını düşünsen bile, yine de yalana tevessül etmeyeceksin. Zira, pekçok su-i istimala kapı açıyor, bunlara sebebiyet veriyor.

O muvakkat ruhsat, Üstad’a göre bu zamanda hiç kullanılmamalı.

Şimdi de o merdut yalanı bu zamanda fütûrsuzca, pervâsızca kullanmaya yeltenen vur-kaç tabiatlı nâmertlerin haline bir bakalım.

40-50 kişi mi?

Kaçak ve gayr-meşrû yollardan üretilip piyasaya sürülen sunturlu yalanlardan biri şudur: “12 Temmuz’da gazeteye giden 40-50 civarında kişinin katılımı ile karar alınmış.”

Küçümseme edâsı bir yana, bu ifadeyi yazıp yayanların kendileri dahi bunun düpedüz bir yalandan ibaret olduğunu gayet  iyi biliyor.

Ve, bile bile bunu yapıyor.

Demek ki, yüzde yüz yalan uyduruyorlar; yetmiyor, bir de bunu piyasaya sürüp pazarlıyorlar.

İşte, bir lâfz-ı kâfir olan “yalan”, böyle mü’min kişilerin ağzından çıkıp yayıldığı zaman, çok daha tehlikeli, çok daha zararlı bir vaziyet alıyor.

İnandığı başka, söylediği başka olmak, bir münafıklık alâmetidir. Münafık ise kâfirden eşeddir.

Şahıs mı hükmediyor?

Aleyhimizde uydurulan bir diğer yalan şudur: “Bir âmir kişi emir-talimat veriyor, şûrâ da o emir istikametinde karar alıyor.”

Vicdanları titreden gayet alçakça bir yalan ve iftiradır bu.

Aynı yalanı bana karşı da dillendiren bir şahsa şunları söyledim:

* Kast ettiğin ve ardından ismini de verdiğin kişiye yüzde yüz iftira atıyorsun. Cidden günahını alıyor, ağır bir vebâl altına giriyorsun. Çünkü, öyle bir durum söz konusu dahi değil.

* Kezâ, Şûrâyı da itham edip zan ve töhmet altında bırakıyorsun. Böylelikle, azim bir günaha giriyorsun.

* İsmini de zikredip yalan ve iftira ile günahını aldığın kişiden mutlaka helâllik dilemen lâzım. Yoksa, âhirette yakana yapışır. Zira, o ağabeyimiz, son şûrâlarda çıkıp hiç konuşmuş dahi değil. Hatta, son iki toplantıya iştirak edebilmiş dahi değil. Buna rağmen, sen nasıl tutup da bunca yalana tevessül edebiliyorsun? Derhal tövbe ve nedâmet eyle. İtham ettiğin insandan özür dile, helâllik iste ve bundan sonra da ona duâ etmeye nefsini iknaya çalış.

* Yeni Asya camiası, hiçbir zaman şahıs merkezli veya lider bazlı olmadı ve olmaz. Bu sistemde çalışmadı ve çalışmaz. Yaptıkları hizmetin her kademesinde heyet var, meşveret var, şahs-ı mânevî var. Haa, bütün bunlar mükemmel olsun istiyorsan, bu birden olmaz. Çünkü, fertler gibi cemaatler de tekâmül kànununa tabidir.

Rant peşinde miyiz?

İnsafı kurumuş, vicdanı cürümüş bazı kimseler de, piyasaya şu yalan ve iftirayı sürdüler: “Bandrol engeline takılıp kalan Yeni Asya’nın asıl derdi Risâle-i Nur’un serbestçe neşredilmesi falan değildir. Onlar rant peşindeler. İşin sırf maddî yönünü düşünüyorlar. Ayrıca hükümete muhaliftirler. İktidarın her icraatını tenkit ediyorlar. Bu konuda da aynı tavrı sergiliyorlar.”

Bunları söyleyenlerin bir kısmında bilgi eksikliği var. Özellikle 1990 öncesini bilmiyorlar.

O tarihe kadar, Yeni Asya, Risâle-i Nur’u neşreden diğer yayınevlerinin damgasını taşıyan Nur Külliyatının satış ve dağıtımını yaptı. Üstelik, hiç rezerv koymadan, hiç erinip üşenmeden.

Bu halisane hizmetin en yakın şahitlerinden biri de bu kardeşinizdir. Sözler Yayınevinin çıkardığı Risâlelerin binlercesini bizzat ve bilfiil götürüp muhtaçlara ulaştırmışızdır.

Benzer şartlar, yahut mücbir sebepler zuhûr ederse, aynı tarz hizmetin yine yapılacağından da kimsenin bir şüphesi olmasın.

Zira, asıl ve öncelikli gayemiz, Nur Risâlelerinin muhtaç insanların eline hür, serbest, minnetsiz ve engelsiz bir şekilde ulaştırılmasıdır.

Biz bu tarz bir hizmetin mücadelesini veriyoruz.

Nur Külliyatının hükümet veya devletin kontrolüne alınması çabası ise, bizim asla razı ve teslim olamayacağımız vahim bir inhisar halidir.

Tamam, devlet ayrıca bassın. Diyanet, Kültür Bakanlığı yahut MEB de basıp neşretsin. Aslına dokunmadıkları müddetçe buna da bir itirazımız olmaz. Ama, ortada Nur neşriyatının sırf devlet veya hükümetin tekeline alınması çabası vardır ki, bununla sonuna kadar mücadele etmekte de kararlı ve azimliyiz.

Elhâsıl: Mesele, kesinlik ne rant, ne de siyasî muhaliflik meselesidir. Her şeyin olduğu gibi anlatılıp yansıtılması ve yalana zerrece tevessül edilmemesi, en büyük temennimizdir.

@salihoglulatif’ten

İstanbul’da mâlûm îtiraz hâdisesi îmâ ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bâzı zâtlar …ve hubb-u câh vartasından kurtulmayan bâzı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risâle-i Nur’a ve şâkirtlerine karşı …îtiraz edecekler. Belki dehşetli mukâbele etmek ihtimâli var.

Bediüzzaman, Kastamoııu Lâhikası, s. 144

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*