Geçmiş yıllarda bir gazete haberinde okumuştum. Amerika’nın o zamanlar on yedi milyon nüfuslu (şimdi 20 milyon) New York kentinde bir kişi intihar etmiş ve intihar sebebini geride bıraktığı mektubunda ‘yalnızlık’ olarak belirtmişti.
Modern hayat ve büyük şehirler insanları yalnızlaştırıyor. Apartmanlarda oturanlar birbirlerini tanımadan yaşıyorlar. Ülke genelinde komşuluk ve mahalle kültürü gitgide azalıyor.
Modern Hayatta Yalnızlık ve Çözüm Arayışları
Bu süreci yaşayan gelişmiş ülkelerde insanların yalnızlaşmasının önüne geçmek için çeşitli tedbirler alınmaya çalışılıyor.
Mesela, Anadolu Ajansı “Dünyada yalnızlık salgını yayılıyor: Seul, 327 milyon dolar harcayacak” haberini “her yıl, Güney Kore’de binlerce insan yalnız ölüyor, bazen cesetleri bulunması günler veya haftalar alıyor. Bu durum, o kadar acil bir hal aldı ki hükümet bu problemle mücadele için 327 milyon dolar harcayacak” şeklinde detaylandırıyor (2024).
Peki, bu durumdan ve kötü gidişten nasıl kurtulunabilir? Sivil toplum kuruluşları olan dernekler, vakıflar, odalar vb. bu konuda neler yapabilir? Ya da dini tarikat ve cemaatler nasıl çözüm sağlayabilir?
İslam Düşüncesinde Cemaatin Yeri ve Önemi
Mesela, cemaat kavramı, İslam düşüncesinde merkezi bir yer tutar. Hz. Peygamber, ümmetine Kur’an ve sünnete sarılarak birlik ve beraberliği muhafaza etmelerini tavsiye etmiştir. Bu birlik, İslam toplumunun güçlü ve dayanıklı olmasını sağlar.
Hadislerde, cemaatten ayrılmanın tehlikelerine dikkat çekilmiştir. Cemaatten uzaklaşmak, bireylerin manevi ve toplumsal destekten mahrum kalmasına yol açabilir.
“Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş, kurşunla perçinlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi; 4. ayet) ve “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; ayrılmayın.” (Âl-i İmrân Suresi; 103. ayet) ayetleri Müslümanların, ayrılıklardan uzak durarak; cemaat bilinciyle birlik içinde hareket etmelerinin önemini vurgular.
Yine “Cemaatten ayrılmayınız, çünkü kurtuluş cemaatle beraberdir.” (Tirmizî, Fiten, 7/2165) ve “Cemaat hâlinde olmanızı ve ayrılığa düşüp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan kimselerle beraberdir. İki kişi de olsa, beraber yaşayanlardan ise uzaktır.” (Tirmizî, Fiten, 7/2165) hadisleri cemaatin manevi ve sosyolojik önemini açıkça ifade ettiği gibi bireyleri manevi tehlikelerden koruduğunu vurgular.
Bediüzzaman Hazretleri de, günümüz cemaat anlayışını değerlendirirken; şahsi çıkarların ve enaniyetin cemaat içinde eritilmesi gerektiğini ifade eder. Bu zaman şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanıdır. Cemaatin oluşturduğu “şahs-ı manevi” (manevi şahsiyet), bireylerin tek başına yapamayacağı büyük işleri başarabilir.
Bediüzzaman Hazretleri, cemaatin manevi gücünü, bireylerin ihlas ve samimiyetle bir araya gelmesinde görür. Cemaatin başarısı, üyelerinin ihlaslı ve samimi bir şekilde çalışmasına bağlıdır.
Bediüzzaman Hazretlerine göre tasavvuf ve tarikat ise, bireyin manevi gelişimini sağlayan bir yol olup; İslam’ın bir parçasıdır. Kalp ve ruh terbiyesine dayanır. Tasavvufî metotlar kişinin Allah’a yakınlaşmasını hedefler.
Ancak, bu çağda en büyük önceliğin iman hakikatlerinin güçlendirilmesi olduğunu savunur. Geçmişte tarikatlar bireylerin manevi gelişimine katkı sağlamış olsa da, modern dönemde ‘imanı kuvvetlendirmek’ daha öncelikli bir meseledir.
Yine cemaatlerin siyasetten uzak durması gerektiğini vurgulamıştır. Cemaatlerin asli görevi, bireylerin imanını güçlendirmek ve ahlaki değerleri yaymaktır. Siyaset, cemaatlerin manevi görevini gölgeleyebilir.
Cemaatlerin kararlarını istişare yoluyla alması gerekir. Meşveret, cemaat üyeleri arasında dayanışmayı güçlendiren bir mekanizmadır ve bireylerin fikirlerini özgürce ifade etmelerine imkân tanır.
Siyaset ve Cemaat İlişkisi: Denge Arayışı
Cemaatlerin siyasetten bağımsız kalarak topluma eşit mesafede yaklaşması, güvenilirliklerini artıracaktır. Toplumun tüm kesimlerine yönelik kapsayıcı bir yapıyı korumaları önemlidir.
Bediüzzaman Hazretleri, müsbet hareket metodunu uygular. Müsbet hareketi barışçıl, yapıcı ve sabırlı bir hizmet anlayışı olarak tanımlar. Müslümanlar menfi (olumsuz) mücadele yerine, iman ve ahlak hizmetine odaklanmalıdır.
Müsbet hareket, sabır ve şükür esasına dayanır. Anarşi ve kargaşaya sebep olacak her türlü hareket menfi (zararlı) bir harekettir.
Siyaset, dine ve topluma hizmet etmelidir. Siyasetteki muktesit meslek, siyasetin hakka taraf olmasını ve bireylerin haklarını gözetmesini esas alır.
Muktesit meslek, siyasette tarafgirlikten uzak durmayı ve hürriyetçi bir yaklaşımı gerektirir. Bu anlayış, bireylerin özgürlüklerini korurken, toplum huzurunu ön planda tutar.
Nitekim yazar Ali Bayramoğlu, Bediüzzaman Hazretlerinin cemaat görüşünü değerlendirdiği bir yazısında “Said-i Nursi’nin anlayışı hiyerarşik, itaat zinciri üzerine oturan ve gündelik değişime temkinle bakan tarikat yapılanmasının yerine; dayanışmaya dayanan, gündelik yaşamı teknik ve teknolojik unsurlarla kucaklayan; İslam’ı, İslami kurallar içinde kalarak Batı modernliğine açan, kültürel süreklilik ve değişimin altını çizen cemaat yapılanmasını getiren bir anlayıştır.”
“Bu anlayış, İslam’da tefsirin önemini; çağın dinamikleriyle ilişkisini ve farklı tefsirlerin varlığını; dinî açıdan ve dinî kesim için meşru hâle getirmektedir. Dolayısıyla İslam’ın çoğulcu niteliğini ortaya koymaktadır.” demiştir.
Siyaset, cemaatlerin faaliyetlerini şekillendirebilir. Siyasi otoriteler, cemaatlerin etkisini kontrol altına almak veya kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyebilir.
Siyaset ve cemaat ilişkisi, tarih boyunca farklı toplumlarda çeşitli şekillerde gelişmiş ve tartışmalara konu olmuştur.
Cemaatler, genellikle dini veya manevi temelli sosyal yapılar olarak ortaya çıkarken; siyaset ise toplumu yönetme ve yönlendirme mekanizmasıdır. Bu iki kavramın kesiştiği noktalar; bazen iş birliği bazen de çatışma şeklinde kendini göstermiştir.
Benzer konuda makaleler:
- Cemaatler demokrasiyi savunmalı, baskıcı rejimlere karşı çıkmalı
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Mehmet Kutlular: Şahsa değil sisteme bağlıyız
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da