Yanan ruhlar mı, yoksa ormanlar mı?

Ruhumuz yanıyor, ormanlardan beter. Bir gören, bir duyan yok feryadımızı. Rahmetinle serinlet kalbimizi. Allah’ım, Bediüzzaman’ın ve Risâlelerinin sözleriyle, Abdülkadir Geylanî’nin Günyetü’t-Talibin’iyle, İmam-ı Rabbani’nin Mektûbat’ıyla, İmam-ı Gazali’nin Kimya-yı Saadet’iyle, Mevlânâ’nın Mesnevî’siyle, ne varsa hakkı anlatmak için yazılmış bütün bu güzel eserlerin her birinin kelimeleriyle ve mânâlarıyla beraber affet. Şanına yakışan bir güzellikte Seni anlatan bu güzel insanların duâlarıyla affet. Şah-ı Nakşibend’in duâsıyla, şah duâlarıyla affet.

“Yâ muhavvile’l-havli ve’l-ahval,

Havvil hâlena ilâ ahseni’l-hâl.”

Ey şah damarımdan bana daha yakın olan şahların şahı, padişahların padişahı, dünya ve ahiretin tek Sultanı, Sultanların Sultanı affet beni, bizi, hepimizi. Üç aylar hürmetine, bu ayların içerisindeki mübarek Mi’rac’ın, Berat’ın ve Kadir gecelerinin hürmetine. Affımızın beratını elimize ver Ya Rab… Mi’racımızı nasip et, ömrümüzde bir defa da olsa secdelerde affedilmiş, ruhu Sana yücelmiş ve yeniden doğmuş olanların sırrını bize nasip et…

Kırık dökük dilimle ve kalemimle söylediğim bu duâlar için de af diliyorum Senden. Şanına lâyık bir övgüyü kim yapmışsa, o duâyı benden de kabul et ya Rab. Öyle bir duâ olsun ki bu, kâinatın her yerinde bugüne dek yapılmamış, söylenmemiş, gizli kalmış ne dilekler, ne salâvatlar varsa, bilemediğimiz zamanların öncesi ve sonrası için de, bunu sonsuz bir duâ olarak bizden kabul buyur Allah’ım. Huzuruna çağırdığın için, adını anmayı dilime lâyık gördüğün için de Sana hamd ediyorum. Söyletmeseydin söyleyemezdim. Ettirmeseydin edemezdim. Çağırmasaydın gelemezdim.

Ey kalbimin sahibi olan Rabbim! Her şeyim benim… Sen ne güzelsin. Seni lâyıkıyla sevemediğim anlarım ve dakikalarım için affeder misin beni? Bağışlar mısın? Utanıyorum ama huzuruna çağıran, beni Sana yakın eden Kur’ân’ın var. En sıkıntılı anımda, beni unutmayan şefkatli bir Peygamberim var. Mahşer günü onun, büyük günahlar işleyenler için edeceği şefaati var ya, bu ne büyük bir ümit ve tesellidir bizler için. Onu hatırladıkça, mahşer meydanının o dehşetli anından, o günün korkularından biraz olsun hafifliyorum.

Herkes Cennet’e taşınsa da bir tek ben kalsam o mahşer meydanında öyle garip ve öyle yetim. O sonsuz rahmetinin bu dünyadaki temsilcisi olan Peygamberim, bırakmaz beni oralarda. Döner de alır sanırım. Yine Senin izninle. Alır da katar ümmetinin bîçarelerinin arasına. O öyle büyük bir kalbin sahibi. Onu (asm) öyle tanıttın, öyle tanıdım, öyle bildim.

Bir ağaç şefkat sırrıyla, anne gibi dalından düşen bir yaprağının üzerine nasıl titrerse, solmuş, çürümüş de olsa o yaprak, onu nasıl bir kenara itmez ve kendinden ayırmazsa, benim Peygamberim de günahlarıyla solmuş, çürümüş, tükenmiş olan beni, ümmetinden ayırmaz ümidindeyim, şefkatli kollarını bana da açacaktır inşallah.

“Bu da bizdendir, ümmetimdendir, ayıramam. Onu almadan bu meydandan gitmem” diyeceğini ümit ediyorum ve buna, bütün kalbimle inanıyorum.

Ey benim sevgili Peygamberim, ben seni nasıl sevmem. Sen ki, herkesten fazla sevgiye, övgüye, anılmaya lâyıksın. İnsanlar bilmedikleri, görmedikleri ve hakkıyla tanımadıkları halde seni sevmekten kendilerini alamıyorlar. Elde değil, selim kalplere sevdirilmişsin bir kere. Hiçbir sebep olmasa bile, sadece bu eşsiz şefkatin yüzünden, her kalp sana hayrandır Efendim. Mıknatıs demiri nasıl çekerse kendine doğru, sen de kalplerimizi kendine çekiyorsun. Şefkatine, şefaatine yakın olalım diye.

Kimsenin bizi bilmediği ve tanımadığı bu dünyada, üzerimize titreyen bir Peygamberim var Allah’ım. Çok şükür ki var. Bu şeref ebediyyen bana yeter, yeter de artar bile. Allah’ım bütün insanlar adına Sevgili Peygamberime de (asm) sevdiğimi söylemek istiyorum. Onun tarafından sevildiğimi bilmek istiyorum. Kabul et bu duâmı ne olur? Sevdiğimi söyleyememek bir azap olmaktan çıksın artık. Hiç olmazsa bugün. Bir adım atsak, binbir kapılar açılacak. Sevgisizliğin ateşiyle yürekleri sızlayanlara, yananlara, hafif ve lâtif bir rüzgâr esecek. Nedendir, nasıldır söyleyememek anlayamıyorum? Sevgiler, ertelenmeye gelmiyor.

Vaktinde yapamadığım şeyler için, sonradan nice yürek acıları yaşadım. Bitmez, tükenmez pişmanlıklar tattım. Yakınları vapura binen, kendisi ise yetişemeyip bekleme salonunda kalan bir yolcunun çaresiz çırpınışı gelir hep gözlerimin önüne. Biz de bu dünyada, kim bilir kaç saniyeyle neler kaçırıyoruz? Kaç nefes arası, kim bilir neler kaybediyoruz bir bilebilsek? Sabun köpüğü gibi ne fırsatlar eriyor elimizde bir anlayabilsek? O zaman hayatı, belki bu kadar umursamaz bir şekilde yaşamazdık herhalde.

Sevgileri ertelemeye gelmiyor. Onu hatırlamak için, ille de sevgililer gününü beklemeye gerek yok. Allah, sevgiyi sürekli yarattığına göre, kalplerde de bu sevgiyi sürekli tazelemek gerek… Verdikçe azalmayacak şeylerden biridir sevgimiz. Kuyunun suyu gibi, çektikçe yerine daha fazlası gelir, gönderilir. Yeter ki biz, ihtiyaç içinde kıvrananları bulalım. Onlara ulaşalım.

Allah’ım yanlış adreslere yönlendirme sevgimi. Senin adına, Peygamberimin adına olunca, sevmek de güzel, sevilmek de… Ezana bile bakışım değişti bu an. Rabbim bizi sevgisine, sevgilisinin yanına, dünya gurbetinden, yalnızlıktan kurtulmaya çağırıyor. Ruhumuzu, nefsimizin kölesi olmaktan kurtarıp, özgürlüğe çağırıyor.

Kim diyor ki, kölelik kalktı diye? Nefis denen bezirgân; bedenimizi, ruhumuzu, bütün duygularımızı şeytana satıyor. Peşkeş çekiyor. Köleler gibi satılıyoruz da, haberimiz yok. Hem de çok ucuza gidiyoruz. Bir yanda Rabbim; kendisine ait olan her şeyi, en başta nefsimizi, yine Kendisine satmamızı istiyor. Biliyor, elimizde kalsa onu boş yere tüketeceğimizi. Ver, hayatını verenin uğruna, ver de kurtul ey ruhum. Kurtul, bu zahmetlerden. İki şıktan biri. Ya nefsimizin ya da Allah’ın kulu olacağız. Bir kölenin, iki efendisi olmaz…

Sultanım benim, efendim. Geldim, döndüm efendim. Hatamı bildim efendim. Affet, ruhumu nefsimin esaretinden kurtar Rabbim.

Söyleyemeyenlere de, sevdiklerini söylemeyi nasip et. Belki en uygun an, şu andır. Belki bu yazıyı okudukları zamandır. Rabbim, razı olduğun an içinde bir an, zaman içinde bir zaman yarat. Ruhlarda, bir bayram sevinci yarat. Yıllardır kavuşamayanlar, buluşamayanlar için. Koşsunlar, kucaklasınlar birbirlerini… Sevgileri gözyaşı olup aksın ve o deryanın içinde yüzsünler. Ebedî bir hazzın ortasında, saf ve temiz sevgilerinin saltanatını sürsünler. Yaşamak neymiş, hayat neymiş, sevginin gerçeği neymiş, gönül zenginliği neymiş o zaman bir görsünler. Bir kerecik olsun bunu duysunlar içlerinde. Kördüğümler işte o zaman çözülecektir.

ŞİMDİ SÖYLE, SONRASI YOK…

Bugün, ben de arayıp sevgimi söylemekten çekinmedim. İlkokul öğretmenimle konuştum, sohbet ettim telefonda uzun uzun. Bir paket göndermiştim, ulaşmış. Kitaplarımızı ve dergimizi büyük bir zevkle okuduğunu söyledi. Hatta, o kadar hoşuna gitmiş ki; “Ruhuma uygun kitaplar neşretmişsiniz, hem derginizde de ne güzel yazılar yayınlıyorsunuz. Tebrik ederim sizi. Keşke seni bir yıl değil de, beş yıl okutsaydım o okulda,” demez mi? Şaşırdım doğrusu. Nezaketine teşekkür ettim. Bu güzel dileğine karşılık; “Hocam, Allah yolunda bir an, binler seneler gibidir. O’nun rızası yolunda bir an ebedîdir. Söylediklerinizi bir duâ olarak kabul ediyorum. Rabbim kabul buyursun” dedim. Bu yıllar sonra gerçekleşen sürpriz görüşmeden o da çok memnun olup, sevindi, ben de.

Allah için olduktan sonra, geçmiş gelecek aradan kalkıyor. Bir an ebediyet oluyor. Bu sırrı yakaladığımız an; sonsuz bir an oluyor yaşadığımız her bir an.

Dünyalar kadar sevdiğim dâvâ ve gönül dostlarımdan birine; “Bugün ömrünün son günü olsa ne yapardın?” diye sormuştum. Hiç tereddüt etmeden şu cevabı vermişti: “Bütün dostlarımı tek tek arardım ve onlara sevdiğimi söylerdim.”

Bu basit bir görev mi sizce? Hayır, hayır, asla değil. Bu inanmış bir hayatın sesidir. Biz de bu sözden payımıza düşeni alalım.

Ben de bugün bunu denedim. Küçük büyük demeden aradım gerçek dostlarımı. Söyledim sevdiğimi. Ulaşamadıklarıma duâlarımı yolladım, sevgilerimle beraber. Ulaşmıştır mutlaka. Çünkü duâya durduğum anda, kalbim yumuşamış, içimde bir ferahlık duymuştum. Oradan anlamıştım. Deneyin bir kere, inanın hiç zarar görmeyeceksiniz. Hem kaybedeceğiniz ne var ki? Bakın ben sevdiğimi söyledim ne kaybettim, siz sevdiğinizi söylememekle ne kazanacaksınız ki? Elinize ne geçecek ki? Haydi uzatmayın artık, siz kendinizi değiştirmedikçe, hayatınız da asla değişmeyecek. Fırsat önünüzde, direnmeyin lütfen.

Özel bir duâ ve dilek: Bu yazı, bir tek okuyucumun hayatında bir an dahi olsa güzel bir davranışa ya da güzel bir niyet ile güzel bir başlangıca vesile olursa eğer, bundan sonsuz bir mutluluk duyacağım. Duânızda unutmayın.

NOT: Bu gece itibariyle gireceğimiz mübarek Şaban-ı Şerifinizi tebrik eder, hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*