Avrupalı dinsiz veya materyalistlerde bu hal biraz daha ılımlı seyreder. Küfrî inadın bazan ilmin karşısında çözüldüğüne ve bazılarının ahir hayatlarında Allah ile barıştıklarına çok şahit olmuşuzdur. Fakat bizdeki ilhadın üzerini nifak tortuları kapladığından, çoğu eski devrimci lider kadrolarının gençlikteki “inançsız ve ahlâksız” çizgilerini aynen devam ettirmekte olduğunu maalesef görüyoruz.
Bediüzzaman veya Risâle-i Nur’da; bolşevik, komünist, mason, zındıka, materyalist, tabiatperest, ehl-i ilhad, ehl-i nifak, tahripkâr cereyan ve ikinci Avrupa gibi tabirlerin içindeki mânâları yeniden ele alıp, günümüzdeki cereyanların mahiyetleriyle karşılaştırmak gerekiyor. Coğrafya değişiklikleri, forma, slogan, metod, üslûp ve hal yeniliklerinin bizi aldatmamasına dikkat etmemiz lâzım. Mahiyeti kızıl dinsizlik olan küresel bir cereyanın ikinci Avrupa ve Amerika’nın hikâyesiyle Kafkaslar’a, Orta Asya’ya, Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya “sivil inisiyatifler” maskesiyle musallat olduğunu ortaya çıkarıp, bir kısım geleneksel Müslümana izah etmenin zorluğunu biliyoruz. Bahsettiğimiz coğrafyalara Risâle-i Nur’u yeterince ulaştıramamış ve Türkiye’de Risâle-i Nur dilini yaygınlaştıramamışsak, bu zorluk devam edecek demektir.
Mutlaka siz de olup biten birçok garip şeyin farkındasınızdır. Efkâr-ı ammenin kafasındaki “kızıl Moskof” imajı devam ediyor. Kemalizmin “Ergenekon sürecinde” azıcık sivilleşmesi bazılarını o kadar heyecanlandırıyor ki… Garip şeyler. Fakat Rusya’daki yirmi milyon Müslümanın Türkiye’deki Müslümanlardan daha hür yaşadıklarını kime anlatacaksınız? Bize “Kızıl Elma” masalını anlatanlar dindar reis-i cumhur, başbakan, bakanlar ve YÖK’ü bekliyorlardı. “Beşi bir yerde” formülü gerçekleşeli iki seneye yaklaştı. Fakat vakıayı biliyorsunuz. 28 Şubat ihtilâlinin mutlak despotluğu harfiyen devam ediyor. İnsanî temel hak ve hürriyetler hâlâ buzdolabında. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “istibdad-ı mutlak” ile “rüşvet-i mutlaka” yaşadığımız Türkiye’nin önemli faktörleri olmuş. Zillet ve dünyaperestlik hastalığı toplumun alt katmanlarına iniyor. Burada hayretimizi gizleyemediğimizi ifade edelim. Düne kadar başkalarını renksiz, mason, liberal, din düşmanı, Peygamber karşıtı ve harama düşkün diyerek suçlayanların devlet musluğuna el ve ağızlarıyla yapışmaları, dindarlar açısından utanç verici bir hal. Talut’un askerleri gibi içilmesi yasak olan nehrin kıyılarına “siyasal dindarlar” üşüşünce, toplumun itiraz refleksleri de dumura uğruyor. İtiraz potansiyeline sahip kişi ve cemaatlerin gagaları da yağlanınca, efkâr-ı ammeyi hab-ı gafletten uyandırmak, yine çarıklı erkâna kalıyor.
Tekrar güzeldir. 12 Eylül’ün mahiyetini anlamadan ne 28 Şubat postmodern darbesini ve ne de deccaliyetin küresel 11 Eylül’ünün mahiyetlerini anlamak mümkün olmayacaktır. Kemalistlerin haricî dinsizlerle anlaşarak Müslüman Şark’ı terbiye etmek için kurdurduğu DTP’si, Ergenekon, tesettür yasağı, üniversitedeki resmî istibdat ve AB düşmanlıklarının mahiyetlerinin anlaşılmaları da yukarıdaki meselenin öğrenilmesine bağlıdır. Yukarıda arz ettiğim üzere tekrar güzeldir. Zira insan nisyandan geldiğinden genellikle unutkandır. Bizimkisi yalnızca bir tahattur ve dolayısıyla bir tekrar. İşin sahibi Allah’tır.
Benzer konuda makaleler:
- Galiba roller değişti
- “Bediüzzaman haklı idi, din adına ortaya çıkmamak lâzımdı”
- Başörtüm
- Asayişi, hürriyeti ve adaleti temine çalışıyoruz
- Risale-i Nur, anarşi ve istibdadı bozar
- İstibdâd-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ nâmı vermek
- Tiyatro
- Ahrar Fırkası Demokratlar olarak dirildi
- Hâkim, şahıs değil, efkâr-ı âmme olmalı
- Risale-i Nur’a ait dâvâ cüz’î bir hâdise değildir
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun