Yedinci Söz ve biz

Risale-i Nurlar’ın yayılmasına, kafalarda ve gönüllerde yer etmesine, ara sıra da aleyhinde bulunanlar sebep olmuşlardır, oluyorlar..
Bediüzzaman’ın gerçek kimliğini bizzat araştırma sonucu tanıyanlara sorsanız, onların bir kısmı şöyle diyecektir: “Falan zaman, filan kişinin onun aleyhinde atıp tutması, beni onun hakkında araştırmaya sevk etti, bu vesileyle onu tanıyarak, onun hayranı oldum.”

Bir zamanlar bir lisede bir İngilizce öğretmeni, kaynağı Said Nursî’ye dayanan bir konuyu öğrencilerine ödev olarak vermişti de bu o kadar mesele olmuştu ki, tâ Meclise kadar taşınmıştı.

Bu ödev öğrenciyi, Yedinci Söz’e götürmüştü. Peki, bu söz neden söz edermiş? Bu söz, Said Nursî’ye ait hangi kitaptaymış? Bu kitap nasıl bir kitapmış, hangi tarihte nasıl tamamlanmış? Türkiye’de ve dünyada bu kitaba duyulan ilgi ne ölçüdeymiş? Orijinali Türkçe olan bu kitap başka kaç dile çevrilmiş mi? Bu kitabın, kutsal kitabımız Kur’ân’la irtibatı neymiş?

Bütün bu sorular havada kalmış, kafayı sadece Said Nursî’ye takanlar ulu orta ortalığı karıştırınca, öyle inanıyorum, kim bilir kaç muhtaç bu vesileyle kaynağına kavuşmuş ve Yedinci Söz’ü yerinden okuyarak hakikata ulaşmış..

Ve görmüş ki bu Yedinci Söz yedi düvelde yediden yetmişe ders yerinde okunmaktadır.

Hem yine görmüş ki, Yedinci Söz, hayatın tâ kendisidir. Herkes, o söz içinde kendi aynasına bakarak kendini görebilir.

Yedinci Söz’ün temsilinde ve hakikatında, fertler, zihniyetler ve hadiseler orada yerli yerini alıyormuş..

Bir kere insan olarak her birimiz, talim terbiye ve imtihan yeri olan bu dünyada, Yedinci Söz’deki temsilde nazara  verilen o “çaresiz asker” durumundayız.

Yani: Önümüzde ölüm, arkamızda ecel, sağ ve solumuzdan bizi kuşatan âcizliğimiz ve fakirliğimiz. Bununla beraber ruhlar âleminden tâ ebediyete uzanan bir yolculuk. Bu hakikatın idrakinde olan her insan, “Ben kimim, nereden gelip nereye gidiyorum, bu dünyada işim ne?” sorularını kendine sorup cevabını bulmadan duramaz. Hiçbir şey yokmuş gibi, yan gelip yatamaz. Bu soruların gerçek cevaplarını bulup, gerçek huzuru yakaladıktan sonra, başkalarının da aynı huzura kavuşmasını ister.

Mutluluğu ve zevki; Allah’ı tanımamada, ahireti ve akibeti düşünmemede arayanlara acıyarak, onların da gerçeği görmelerine çalışır. Deve kuşu gibi başını kuma sokup, avcıyı görmemekle avcıdan kurtulacaklarını zannedenlere yardımcı olur. Onları gerçek huzura dâvet ederken, haliyle onların sahte huzurlarını da kaçırmış olur. Halbuki o, Yedinci Söz’ün temsilindeki “Hızır gibi hayırhah”tır. Bu da yediden yetmişe herkese nasip olabilir. İlla da ilahiyatçı, hoca, din adamı olması da gerekmez. Çocuk olur, genç olur, ihtiyar olur. Kadın olur, erkek olur. Veya öğrencisine Yedinci Söz’den ödev veren bir İngilizce öğretmeni olur.

Ama işin içinde, Allah korusun, Yedinci Söz temsilindeki yaralı askerin sol tarafından peydahlanan şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adam olmak da vardır. Bu da toplumun her kesiminden olabilir. Fert olur, grup olur, kurum olur.

Veya medya grubundan bir site olur, sol taraftan şöyle seslenir: “Hey arkadaş! Gel, gel. Beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim. (…) Hazır keyfimizi bozmayalım. (…) Alkış zamanıdır. (..) Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım.”

Bir başka Risale sitesi, veya bir yazar ya da Yeni Asya gibi bir gazete de, soldaki o siteye sağ taraftan şöyle seslenir:

“Eğer ölümü öldürüp, kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa sus!”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*