Yeni Asya Umumî Meşveret Heyeti’nin kararına dair

Meşveret; zaman, zemin ve şartlara bağlı olarak, İslâmın özünde olan açık ve net bir hüküm ve uygulamadır. Hakkında kesin hüküm olmayan bir meselede, ehil ve yeterliliği olan en az üç kişiden teşekkül eden heyetle yapılan görüşme ve müzakerenin adıdır. Hz. Bediüzzaman bunu şu ifadeleriyle bir asır önce ortaya koymuştur:

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. ‘Ve emruhum şûrâ beynehüm’ [Onlar aralarında meşveret ederler.] âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.” (Hutbe-i Şamiye. Sh: 65) Müslümanların saadeti için “İslâm’a uygun meşveret ve Şûrayı emrediyor” emir kipinin kullanılması manidar. Bu durumda meşvereti yapmak da, ona “uymak” da emir.

En güzel örneğini Kâinatın Efendisinden (asm) öğrendiğimiz bu uygulamanın günümüzde, “şahs-ı manevî” adına tatbikatı her beldede devam ediyor. İslâmî ve demokratik olan bu “meşveretlerin” yapılması, cemaatin vahdet ve birliği açısından oldukça önem arz eder. Sağlıklı düşünüp, selâmete erebilmek için dinin ahkâmına sadık hareket etmek durumundayız. Madem ki Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla böyle güzide ve mümtaz bir cemaat ehli olma bahtiyarlığına erişmişiz, bunun gereğini yapmak şeref borcu addedilmelidir. Cemaatin fertlerine düşen en önemli sorumluluklarından birisi de; cemaatin her kademedeki yetkili heyetlerinin usûlüne uygun yaptığı “meşveretlere” saygı gösterme ve uymadır.

Dinde mevcut olan “meşveret” müessesesinin şekli, yeri, usûlü, şartları, konuları, şahısları hepsi belirlenmiştir. Bunlara harfiyen uyarak yapılan meşveretler meşrû ve geçerlidir. Hayırlı işler için de her sahada ve daima bu yol takip edilir.

Hiç göz ardı edilmeyecek bir konu: “Yanlışlar” için meşveret yapılmaz. Ama meşveretlerden zaman zaman yanlış kararlar da çıkabilir. Bunun düzeltilmesi, yine meşrû zeminlerde olur. O karar yine bir meşveretle düzelir. Dedikodu, fitne fesat, gıybetle değil…

Bu münasebetle çeşitli kanallardan bize ulaşan duyumlara dayanarak, bir açıklama gereği duydum. 12 Temmuz’da Yeni Asya Umumî Temsilciler Heyetinin aldığı meşveret kararlarını tenkit eden üç grup var.

Birincisi: Daha önce beraber olduğumuz halde çeşitli sebeblerle bizden ayrılmış, sisteme uymayan kasıtlı ve maksatlı bir kısım eski dostlarımız.

İkincisi: Bilgi noksanlığından ve maksatlı yayınlardan etkilenen ve tereddüde düşen cemaat mensupları.

Üçüncüsü: “Zındıka”nın beşinci kol faaliyetlerinin bu işe el atmış olma ihtimali. Bunun için Gazetemiz Yönetim Kurulu üyeliği gibi önemli bir sorumluluğumun yanında bu işin içinde bir insan olarak alınan kararın gerekçesini, muhtevasını, usûlünü ve neticesini cemaatteki dostlarımıza ve üçüncü kişilere açıklama gereği hâsıl oldu.

Herkesin usûlü, tarzı, ifadesi, kararı ve duruşu kendisini bağlar. Biz buna saygı duyarız. Bizim şiarımız budur. Bizim beyanımız da bizi bağlar. Doğru olanı da budur.

Şüphe ve tereddütlerin gerek safiyane, gerekse de “kasıtlı ve zındıkane” olanlarına ve hücumlara karşı herkes şunu bilmelidir ki:

1- Bu camianın tek ve yetkili karar verme organı; “Umumî Temsilciler Heyeti”dir. Başka heyet ve şahıslar değildir. Malûm karar bu heyette ittifaka yakın oy çokluğuyla alınmıştır. Çok gıybet ve tenkide uğradığı için şunu da bilgi olarak verelim ki; Gazetemiz Yönetim Kurulu Başkanı muhterem Mehmet Kutlular Ağabeyimiz de o gün hastahane randevusu olduğu için toplantıya katılamamıştır.

2. Bu heyet içerisinde yurt içi ve dışından gelen 17 bölgenin temsilcileri vardır. Demokratik bir parlamento özelliği ve çalışma sistemi pratiğine sahip bu heyetin sayısı 190 kişidir.

3. Teşkili, toplanma usûlü, müzakere şekli, kararlarının meşrûluğu ve geçerliği 20 yıla yakın bir emekle ve tecrübeyle bütün camianın katkılarıyla ve kararlarıyla özel olarak hazırlanmıştır. İcraatlar bu doğrultuda uygulanır. Erbâbı bunu bilir.

4. Bu toplantılarda herkes her türlü görüşü hür bir ortamda, hür mikrofonda, hür kürsüde, hiçbir kısıtlama ve baskıya maruz kalmadan seslendirebilir, dillendirebilir. Soru sorabilir.

5. Toplantı salt sayısı 95’tir. 12 Temmuz 2014’teki toplantıda tam 130 kişi hazır bulunmuştur. Kayıtlar sekreteryadadır. İştirak öyle uluorta söylenildiği gibi 50-60 kişi değildir.

6. Bu toplantıda önemine binaen müzakerelerde öncelikle ele alınan ağırlıklı konu; dört aydır haksız ve hukuksuz yere Kültür Bakanlığı’nca uygulanan “Risale-i Nur’a bandrol yasağı ve devletin tekeli” tehlikesiydi. Bu konuda bilgi vermek üzere özel dâvet edilen ihtisas sahipleri tarafından açıklamalar yapılmıştır. Bu konuda üç ana madde ile beş tavsiye nitelikli madde karara bağlanmıştır. “Cumhurbaşkanlığı Seçimi” konusu da önemine binaen her boyutuyla dört saatten fazla müzakere edilmiştir. Herkes bilmelidir ki, bugün bize yöneltilen hiçbir tenkidin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu konuda söylenebilecek muhalif, muvafık bütün alternatif fikirler, toplumda, piyasada seslendirilen ve tartışılan her görüş orada dile getirilmiştir. Müzakerelerin sonunda nihaî oylamaya geçilmeden önce de katılımcılardan gelen teklifler iki şık olarak oylamayla tesbit edilmiştir. Onlar da şudur: “1- Aday ismi üzerinde durulmasın, isimlendirilmesin, prensipler üzerinde fikir beyan edip onu oylayalım. 2- Camia olarak bizim yıllardan beri siyasî ve içtimâî konularda duruşumuz, tavrımız bellidir. Net olarak bu tavrımızı ortaya koyalım. İsim üzerinde oylama yapalım.” Bu iki ana madde oylanmış, neticede 1. Şık 18 oy, 2. Şık 88 oy almıştır. Ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun desteklenmesi ve tercihi karara bağlanmıştır. İşin özeti budur. Bu gerekçeler de gazetemizde yayınlanmış, birçok kabine üyesi ve parlamentere, basın mensuplarına çeşitli vasıtalarla ulaştırılmıştır. Bu gerekçeler sekretaryamızda mevcuttur, isteyen herkes oradan temin edebilir. Yani işin saklısı, gizlisi yoktur. Demokrasinin, hakkın, hukukun, meşveretin ve medeniyetin gereği bütün unsurlarıyla yerine getirilmiştir. Alınan kararın tam ve orijinal metni şudur: “Cumhurbaşkanlığı seçimi ile alâkalı olarak; Ekmeleddin İhsanoğlunun desteklenmesine, ancak ehl-i imanı ve Nur cemaatlerini de kırıp dökmeden yayın yapılmasına karar verilmiştir.”

Bu “meşveret”, usûlüne uygun, münasip kişilerle, kulis yapmadan, demokratik ve hakkaniyet ölçü ve esasları içersinde yapılmıştır. Kudsiyet, maneviyat, uhuvvet ve ihlâsın tatbiki, “şahs-ı manevînin” hukuku, istikameti ve selametinin korunması açısından son derece önemli olan bir icraattır. Özellikle bütün Nur Camiasının hizmet faaliyetleri için yaptıkları “meşveretler” mecburî ve gerekli değil mi? Her türlü hizmet faaliyetleri meşveretten geçmiyor mu? Bu icraatlar iç bünyede olmasına ve dışarıdan hiçbir tenkide ve uğramamasına rağmen, iş “siyasî” konudaki meşveret ve kararlara geldiği zaman neden bu kadar “tenkide” uğruyor? Yıllardan beri Yeni Asya camiasına tenkit boyutunu da aşıp hakaret ve aşağılamaya kadar gidebiliyor. Doğrusu çok ibret verici!

Buradaki esas anormal durum şudur: Herkesin kendi camiası, cemaati, grubu içerisinde meşrû olan hakkı bizden niye esirgenmeye çalışılıyor ve bir yerlere tâbi ve bağlı olmaya zorlanıyoruz?! Neden hedefe konuluyoruz? Burasına derince ve ciddî bir kafa yormak lâzım! Hâlbuki tarihin şahitliğiyle sabittir ki; işin başında aşırı derecede itilen, kakılan, hakarete uğrayan; ama Allah’a şükür ki sonunda hep haklı çıkan bir camiayız. Bu konularda 45 yıllık tatbikatta hiçbir yanlışımızın olmadığı sabitleşmiş durumda. Herkes ve her grup ve görüş gibi Yeni Asya camiası da en tabiî hakkı olan bir görüş ve kararı en meşrû bir zeminde tesbit etmiş ve yoluna devam etmektedir. “Gerçek demokrasiyi” tam manasıyla anlayamamış veya sindirememiş veya kendine göre özele indirerek yorumlama rüzgârına kapılmış bir kısım şahıs ve grupların, camiamızın aldığı meşrû meşveret kararlarını hadlerini aşan bir tarz ve cüretle, üzerlerine vazife olmadığı halde; sorgulama, suçlama, itham, tesir altına alma, tarafgirlik, hatta hakaret ve küçük düşürme, yok saymaya kadar giden bir yanlış ve yakışıksız tarza girmelerinin makul ve izah edilebilir bir tarafı yoktur. Buna İslâmiyet ve onlar adına üzülmemek elde değil.

Risale-i Nur’u okuyan her bir ferdin bu kudsî dâvâ ve eserlerin hukuku için hak ve hakikat için, ihlâsın bozulmaması, tesanüdü sağlamak, meşveret sırrıyla bir adamlık kuvveti bin adama çıkarabilmek gayret ve hedefinde olmaları gerekir.

Bu günkü gerçek problem aslında; içtimâî ve siyasî konularda hassasiyeti olan ve maalesef mevcut siyasal görüşün toplumda meydana getirdiği psikolojinin tesirinde kalan dostlarımızdan “Siyasal İslâm” ve millî görüş felsefesinden gelen insanların gerçek düşünce ve hedeflerini fark edememe gibi bir durum olduğunu düşünüyoruz. On yılı aşkın bir zamandan beri bir kesim tarafından dillendirilen ve iddia edilen “idarî, iktisadî” yönden başarılı kabul edilen bir iktidarın mevcudiyetinin yanında; “tek adamlık, aşırı adam kayırma, tarafgirlik ve gerçek demokratik sistem ve hassasiyetlerin arka plana atılmış olduğunu görememe” diye düşünüyoruz. İş böyle olunca ikaz, dikkat çekme gibi her ifade, yorum veya görüşü dillendirmek “hakikate” aykırılıktan öte iktidara “hakaret” telâkki edilecek bir algı oluşturulmuş durumda. İktidarın görüşünün aksine bir görüş dillendirmek, “haksızlıkla, nankörlükle” eş değer haline getirilmiş durumda.

Hâlbuki hiç kimse hür fikir beyan etmekten, açık ve saydam toplumdan yana tavır koymaktan rahatsız olmamalıdır. Birbirimizi dışlayarak, görmezden gelerek bir yere varamayız. İslâmî grupların işi gücü bırakıp birbirleriyle uğraşır ve birbirini hırpalar duruma gelmesi veya getirilmesi çok manidar! Herkesin ilk önce kendi camiasında olmak üzere bütün Müslümanlara karşı ifade ve beyanlarında “kavl-i leyyini” esas alması gerekiyor.

Her işimiz ve hizmetimizde Risale-i Nur düsturlarını okuyup hazmederek davranmalıyız.

Başkalarıyla uğraşmayı bırakıp, herkes kendi işine bakmalı. Hakaret ihtiva etmeyen her fikre saygı duyulmalı. Fikir ve duruşun ağırlık merkezinin “semavîlik mi yoksa arzîlik mi” olduğuna çok dikkat edilmeli.

Bütün camiaların mensupları böyle dönemlerde ve her zaman, sabırlı, itidalli, sakin ve barışa yönelik bir duruş sergilemeli. Muhataplara saygılı ve haysiyetli duruş sergilenmeli.

İslâmî gruplar ve Nurun geniş dairesindeki diğer camia ve gruplardaki ağabey ve kardeşlerimiz başta olmak üzere herkesin şuna azamî dikkat etmesi ve itina göstermesini bekleriz: Siyasî tercihlerimizde aynı çizgi ve kulvarda olmamız her zaman mümkün olmayabilir. Bu durumda birbirimize karşı insafla, vicdanla, edep dairesinde davranarak; inançlarımızı, tarihimizi, geleneklerimizi, kamuoyunu yaralayacak, kutuplaşma ve gerginliklere sebep olacak ifadelerden zinhar uzak durmamız gerekir.

Hiç kimse ikinci ve üçüncü şahıslara karşı hakaret dili kullanmamalı! Böyle zamanlarda herkesin tercih ettiği adayını öne çıkarmasını normal karşılayıp “dâvâ adamlığına” leke getirmeyecek bir demokratik yol takip edilmeli. Sistem ve prensip bazında bir duruş sergilenmeli. İş şahsiyete dökülmemeli. Grupları, kitleleri kutuplaştırmadan basiret ve ferasetle olaylara ve beyanlara bakılmalı. Tercih edilen adayın iyi taraflarını abartmadan nazara verirken, tenkit edilecek taraflarını da nezaket dairesinde ikaz olarak öne çıkarabilmelidir.

Kimse kimseyi dışlamaya yeltenmemeli! Haklı olsak dahi karşımızdakileri incitecek, üzecek, kıracak olumsuz radikal ifadeler kullanmaktan sakınmalıyız. Dilimizin, yazılarımızın, yorumlarımızın nezaket ve ahlâk kaidelerine ters düşmemesine azamî dikkat göstermeliyiz.

“Birbiriyle boğuşanların müsbet icraat yapamayacağı” düsturuna tabi olmalıyız.

Bu konularda en fazla tenkit edilen gazetemiz ve yayınlarımız konusunda da samimî olarak bir fikrimi siz değerli dostlarla paylaşmak isterim. Büyük bir kitlenin içerisinde her gün yazı ve yorumların yapıldığı bir ortamda bütün yazıların, yorumların, haberlerin hepimize uygun ve makul olmasının her zaman mümkün olması zaten mümkün değildir. Bazılarımıza göre yanlış anlaşılmalar veya işin aslında dikkatten kaçan yazılar, yorumlar, ifadeler de olabilir. Bunların ikazı ve düzeltilmesi de yine bize göre meşrû zeminler ve muhataplarla olmalıdır. Bizim kitabımızda, kırmak, kırılmak, küstürmek, “küsmek” olmamalı ve olamaz. Her olayda olduğu gibi; cemaatimizin Anadolu’da ve dünyada olan her bir ferdini, heyetlerimizi, yayınlarımızı, yazarlarımızı değerlendirirken içinde bulunulan şartları, mizaçları, dış tesirleri, nefsin, şeytanın, hissiyatın vb. bütün boyutları gözeterek, nihayetinde çok önemli İslâmî bir hüküm olan “hasenat – seyyiat” konusunda değerlendirme yapmayı ve bir olay, bir hareket, bir veya birkaç ifade, bir veya birkaç yazı, bir veya birkaç manşet, bir veya birkaç söz ve yanlışla her şeyi toptan inkâr ve reddetme yanlışlık ve garabetine düşmemeliyiz. Bunun için de her şeye rağmen insaf ve vicdan düsturuyla olayları değerlendirip; “şahs-ı manevimizin naşir-i efkârı, temsilcisi, sözcüsü, sancağı ve bayraktarı olan Gazetemiz” başta olmak üzere bütün yayınlarımıza ve şahs-ı manevinin kendisine ve kararlarına daima sahip çıkmalıyız. Bir yanlışlık olursa yine biz bize meşrû zeminlerde düzeltmeliyiz.  

Netice: Biz “siyasî konularda” meşvereti sünnet olduğu için, bilerek bilmeyerek yanlış basmamak için yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz inşaallah.

“Ben meşveret filan tanımam!” diyebilen değerli kardeşler olursa, onlara; size kolay gelsin! deriz.

“Yeni Asyacılar siyasetçidir” diye saldıran tarafgirler hâlâ varsa, onlara sözümüz: Biz şahıs bazlı yanlışlara ve biat kültürüne tabi olmadık, olmayacağız inşaallah. Meşrû meşveretlerimize devam edeceğiz. Size de kolay gelsin.

Meşveretin önemini takdir etmeyen, edemeyen, idrak edemeyen muhterem kardeşlerimiz varsa onlara sözümüz şudur: Aziz Üstadımızın İslâm dünyasına ve insanlık âlemine her alanda yeniden tatbikatını kazandırdığı bu kudsi düstura uymaya biz devam edeceğiz inşaallah.

Hepiniz ve hepimiz şunu bilmeliyiz ki:

Bu ve bunun gibi daha bir çok sorunun, şüphenin, tereddüdün, yanlışın cevabı asrın manevî tabibi Bediüzzaman Hazretlerine ilham olunan, sünûhat-ı kalbi eseri olan Risale-i Nur’un özünde, içinde ve temelinde vardır. Hissiyat ağırlıklı “indi ve şahsî” düşünce sahiplerini değil, dıştan kaynaklı cemaati karalama ve sindirme oyunlu tahrik sahiplerini değil, meydanları ve ekranları hamaset nutuklarıyla işgal edip manevî duyguları istismar eden ve İslâmiyet adı altında İslâmiyete –şu anda hissedilmese de ileride mutlaka görülecek olan— en büyük zararı veren “siyaset bezirgânlarını” değil; Mu’cizevî Kur’ân tefsiri Risale-i Nuru, onun muhterem ve muazzez müellifi Hazret-i Üstadı, birlik ve beraberliğimizin en büyük sebeplerinden biri olan ve medar-ı iftiharımız “şahs-ı manevinin” şeriata uygun olarak verdiğine şüphe olmayan “meşveret” kararlarını dinlemek bir fazilet ve ayrıcalıktır. Şeriatın emridir. Gereğidir. Yarım asırdan fazla bir zamandır devam eden bu yapının verdiği kararların doğruluğu; hakkın nazarında da, halkın nazarında da tasdiklidir. Onlara uymak şereftir, uymamak mes’uliyet ve sorumluluk getirir.

Yazımızı rahmete vesile olması, kırgınlık, küskünlük, bilerek veya bilmeyerek yaptığımız, yapacağımız hatalara bir kefaret olması, kardeşliğimizin devam etmesi, sarsılmamak ve savrulmamak için bir duâyla bitirelim inşaallah:

Ya Rabbi, hataların ve suçun şahsiliğine dikkat ederek toptancılık yapmadan bir hayat yaşamayı bize nasip et! (Amin) Hepimizi ayrılık ve gayrılıktan, İslâma aykırı hareket etmekten muhafaza et! (Âmin). Risale-i Nur’un devlet tekeline geçmemesi ve bandrol yasağının sona erdirilmesi için yetkililere feraset ve basiret ver Ya Rabbi! (Âmin) Kararlarımızda isâbet, fikirlerimizde istikrar, inancımızda istikâmet, hizmetimizde ihlâs, ehl-i îmân arasında uhuvvet ihsan eyle Ya Rabbi! (Âmin) Doğru kararlar almakta ve aldığımız doğru kararlara uymakta bizden inayetini esirgeme Ya Rabbi! (Âmin) Bizi şerre değil, hayra yönlendir Ya Rabbi! (Âmin) Bizi batıla değil, hakka yönlendir! (Âmin) Bizi dalâlete değil, doğruya yönlendir! İnsanları imân, İslâm, hayır, hak ve doğruluk sathında kardeş kıl Ya Rabbi! (Âmin) Kardeş kıldığın kullarının kalplerini, nazarlarını ve gayelerini Sana hizmette birleştir Ya Rabbi! (Âmin)!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*