Yeni dünya düzeni

Ahirzamanda din ve siyaset ilişkileri öyle bir hal aldı ki; zamanın doğru okunmaması bir taraftan siyaseti dinsizliğe, diğer taraftan da dinin siyasete alet edilmesini netice verdi.
Yedi bin seneyi katlayan bir gelişim, teknoloji ve ilerleme aynı zamanda dinsizlik, zulüm, kan ve gözyaşını getirdi.

Öyle ki bu kıyamet asrında; medeniyet fantaziyelerinden ve kendi tokluğumuzdan öylesine sarhoş olduk ki, zamanın farkına bile varamayacak, kanıksayacaktık bu vahşetengiz levhaları.

İyi ki Bediüzzaman var:

“Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı” diyordu, zamanı tahlil ederken…

Dünya kurulalı beri hiç bu kadar bencilleşmemiş, hiç bu kadar kendine tapmamıştı insanlık. Firavun ve Nemrutları geçmişti adı konmayan bir ulûhiyet yarışında. Zihinler “ene” etrafında dönüyor, benmerkezcilik bütün dünyayı yutuyordu, ben tok olayım kavgasında. Başkası açlıktan ölse bana ne! diyordu geberesice egolar.

İşte böyle tok olmaz bir dünyada, eski silâhlar toprak altına girmiş; “Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” hesabı, ifsad edici âletleri de, beraberinde getiriyordu yeni dünya düzeni…

Dini dünyadan ayırmak ve yeryüzünde hâkimiyeti tesis etmek isteyen ifsad komiteleri; bütün bir dünyayı, fitne ve fesatla parsellemek istemişlerdi canavarcasına…

Esasen devletler, milletler muharebesi alan değiştirince, devlet ayırımı yapmadan insanlık savaşlarına dönmüştü meydan savaşları.

Bediüzzaman’a göre, bu yeni dünya düzeninin (medeniyetin) beş temel kuralı vardı:

“1- Nokta-i istinadı, kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür.

2- Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe’ni tezahümdür.

3- Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni, tenazu’dur.

4- Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni müdhiş tesadümdür.

5- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebepdir. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur”

Kur’ân ve medeniyet kıyaslamalarında..

İMPARATORLUKLAR CUMHURİYETE

Büyük Fransız İhtilâlinden sonra dünya eski düzenlere başkaldırmış; faşizm, milliyetçilik, kapitalizm, emperyalizm, nihayetinde de; komünizm ve Kemalizm gibi dinle bağlarını kesmiş düzenler ihdâs ediliyordu, Cumhuriyet adı altında.

Osmanlı’ya kin bilemiş komiteler; siyasî entrikalarla Abdülhamid’i tahttan indirip, Meşrûtiyeti getirmek bahanesiyle ihtilâllere kapı açıyor, yedi rengi birbirine karıştırıyorlardı ihtilâl naralarında..

Sözde Meşrûtiyet gelse de, yeni istibdatlara zemin hazırlayanlar maceralara sürükleyip, Dünya Savaşı’nın kucağına atıyorlardı bizi hamaset rüyalarında…

Savaşlardan sonra Osmanlı gitmiş, cebr-i keyf-i küfri kanunlarla, müstebid bir cumhuriyette aristokratların zulmüne rejim deniyor, aynı sandık lâyık görülmüyordu “çarıklılara.”

Kezâ yapılanlara muhalefet edip hakkı arayan Ali Şükrü Bey’i, Topal Osman’la bertaraf edip, güya Cumhuriyeti getiriyorlardı padişahlık sonrasında…

Serbest Fırka’nın bir çok yerde başarısını hazmedemeyenler; o menfur “Menemen” hadisesiyle, tek parti zihniyetine mecbur ediyorlardı sindirilmiş halk tabakalarını…

Batı’nın baskısı karşısında; açık oy gizli tasnif gibi insanlık dışı bir seçim sistemiyle, çok partili hayata geçiliyordu güya…

Bir yandan inkâr-ı uluhiyet; dünyayı kasıp kavururken bizi de içine aldığı gibi, diğer yandan lâiklik dinsizliğe âlet ediliyor, din derslerini kaldırmakla da bir nesil dinsiz yetiştiriliyordu aslında…

Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarına varını yoğunu ve gencecik evlâtlarını veren bu milletin yüreği kan ağlıyor, memleketin üzerinde dolaşan bu karabulutların nasıl bertaraf edileceği düşünülürken, “dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan” bazı zatlar da; başkaldırı ve isyanla siyasete ayar vermeye çalışıyorlardı.

Onca zayiat’tan sonra panzehir olarak da, dini siyasete âlet sesleri yükseliyordu bir taraftan.

“Hak geldi bâtıl zail oldu” sloganlarıyla din adına siyaset yapmak kabul görmüş, “adil düzen” denilerek beyaz devrim hayal etmişlerdi sandıkta…

Oysa eski hâl muhal.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*